GELİN DOSTLAR BİR OLALIM!..

 

 

Ülkemiz zor günlerden geçiyor.

Ama birilerinin umurunda değil… Varsa yoksa kendi bohçaları… Ve önemli olan öncelikle tırmanılan duvar, oturulan koltuk, takılan rozet…

Oysa burnunun ucunu görebilen bir kişi için bunların hiç birisi önemli değildir.

Çünkü gemi battığında hepimizi boğacak olan su aynıdır.

Gideceğimiz yer aynıdır.

Ama…

Bu yalın gerçeği anlamak bir türlü [ve nedense] pek mümkün olmuyor.

Bu basit gerçeğin, bu yakıcı gerçeğin…  Ve bu korkunç gidişin ivmesini bilincimize aktarmak bir türlü “kısmet” olmuyor.

Evet, nedense…

İşte bu davranış biçiminin nedenini bulmalıyız hep birlikte.

Tanısını koymalıyız.

Tedavisine şimdiden başlamalıyız.

Sonuç verir mi çabalarımız?

Tam olarak vermese de ne yazar?.. Çünkü, bu sorunun içine gömülüp kalmanın yeri ve zamanı olmadığı düşüncesindeyiz.

Çünkü başarmalıyız.

Çünkü başarmaz zorundayız!

Çünkü…

Maazallah gemi battığında olacaklar bellidir.

Demek ki, öncelikle, aynı geminin içinde olduğumuzu fark etmeliyiz.

Ülkenin her yerinde Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri ile Cumhuriyet Kadınları Derneği üyeleri ortak eylemler düzenliyorlar, ortak duruşlar sergiliyorlar.

Ama bazı yerler öyle değil…

Örneğin, Didim’in Akbük beldesinde sular aynı yatağın içinde [bir türlü] akmıyor.

Peki, niçin böyle?..

Sanıyoruz bu derneklerin yerel [belde]  şubelerin üyeleri bir araya gelip, dernek tüzüklerindeki “amaç” maddelerini hep birlikte yüksek sesle bir kez daha okusalar, sorun çözülecek.

Gemi battığında herkesin ciğerlerine aynı suyun dolacağını fark etseler sorun bitecek.

Sözünü ettiğimiz üyelerin kulaklarından bilinçlerine giden yol [belki de] ancak yüksek sesli bir ayara koşullandırılmıştır…

Belki de ancak o zaman, sağdan soldan gelen yanıltıcı etkileri tüzüklerinin amaç maddelerinden sızan ışıkla izole edebilirler.

Bir dernek, bir topluluk, bir ülke öncelikle bu türden yıkıcı etkilere kapalı, yani bağımsız olmalıdır.

Türkiye’nin, ABD’nin arka bahçesi olmaması gerektiği gibi, bir derneğin merkezi de, şubesi de, bir başka kuruluşun emir komuta boyunduruğu altına girmeyi kabul etmemelidir. [Tüzel] kişiliği bağımsızlık ateşini duruşunun en üst katına yerleştirmeli.

Ulu önder, “bağımsızlık benim karakterimdir,” demiş ve bu temel ilkeyi yaşamının pusulası yaparak yaşamıştır; hep biliyoruz…

O’nun düşüncesini izleme yönünde kurulan demokratik toplum kuruluşlarının da “bağımsızlığı” bir karakter konumuna yükseltmeleri olmazsa olmaz bir koşuldur.

Bir karakter yüksekliğine ulaştırılan bağımsızlık ilkesi, işte ancak ve sadece o zaman yaşam boyu peşinden gidilecek temel bir ideal haline dönüşebilir.

Aksi hale bu kavramlar, niteliklerinden soyunur ve basit birer siyaset nutku düzeyine düşüp, anlamlarını yitirirler…

Bağımsızlık, önce insanın içinde oluşur.

Karakterine siner ve zaman içinde o kişinin davranışlarının omurgası haline gelir.

Siyasi ve ekonomik bağımsızlığı gerçekten savunabilmek, ancak kişiliklerini bağımsız kılabilmiş bireylerin işi, emeği ve eylemi olabilir.

Bağımlılık ise, yine kolayca anlaşılabileceği gibi, bir karakter sorunudur.

Bağımlılıktan kurtulabilmek ise, ayrı bir çaba ve çoğu zaman da, özel bir tedavi gerektiren zorlu bir uğraştır.

Oysa Pir Sultan Abdal’ın deyişi ne de umutlu ve insancıl bir çağrıdır:

- Gelin dostlar bir olalım…

Yazı biterken size zor bir soru:

- Nasıl ve ne zaman?

Ve kolay bir yanıt:

- Şimdi ve haydi!

Önceki ve Sonraki Yazılar