İSRAİL KRİZİ BİR NAYLON GÜNDEMDİR

Ortadoğu emperyalist güçlerin birincil hedefi…

Bu gerçeği bilmeyen, anlamayan, kabul etmeyen tek Allahın kulu kalmadı.

Sıra, bu hedefin nasıl gerçekleştirilmeye çalışıldığı konusundaki “farkındalığın” oluşması ve gelişmesine kaldı.

ABD ve AB’nin Ortadoğu’yu ele geçirme stratejisi nedir?

Bu yönde oluşturulan plan ve taktikler nelerdir?..

Türkiye insanı bu strateji-plan ve taktiklerin çilingir sofrasında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

Türkiye’nin dış siyasetini oluşturan güçler Türkiye’yi emperyalist güçlerin karargahı haline getirmiş, yukarıda sözü edilen strateji, taktik ve planların merkez üssü durumuna getirmişlerdir.

İsrail uzun yıllardır Ortadoğu’da emperyalist güçlerin taşeronu olma görevini icra ederken istenmeyen bir reaksiyonun da merkezi haline gelmiştir.

Birbiri ile türlü çeşitli sorunları olan Araplar, Musevi İsrail’in karşısında kendi iç kavgalarını erteleme yolunu seçerek birleşme yoluna girmişlerdir.

Dolayısıyla İsrail’in üstlenmiş olduğu misyon,     kendiliğinden bir Arap milliyetçiliği cephesi oluşmasına neden olmuştur.

Bu koşullarda ABD ve AB’ye yeni bir taşeron gereklidir.

İhtiyaç duyulan taşeronun öncelikli niteliği Müslüman olmasıdır.

Modern Türk devletinin tarihe gömmüş bulunduğu Osmanlılık hasleti tekrar diriltilebilirse, Türkiye Cumhuriyeti Devleti İsrail’in layıkıyla yerine getiremediği görevin bir bölümünü devralabilir…

İşte bugün Dünya’nın gündemini oluşturan “İsrail – Arap ülkeleri – Türkiye” üçgeninde sürdürülen emperyalist siyaset böyle bir temele dayanmaktadır.

Türkiye, bu siyaset oyununun en temel aktörüdür.

Türkiye, İsrail ile ateşli bir düşmanlık politikasını gürültülü bir biçimde sahneye koyarken, diğer yandan İsrail’in İran’a karşı korunmasını hedef alan füze kalkanlarının kendi topraklarına yerleştirilmesine gönüllü olarak izin vermektedir.

Üstelik İran ile hiçbir sorun yaşanmamasına rağmen büyük riskler taşıyan bu projeyi hiç direnmeden kabullenmektedir.

Uluslararası arenada “Van münit” krizini yaratırken, güney hududunun korunması görevini, içinde İsrail’in başı çektiği bir “oluşum”a terk edebilmektedir.

Amaç, Arap halklarına şirin gözükmektir.

Hedef, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesine önderlik etmektir.

Uygulamaya konulan Büyük Ortadoğu Stratejisine “eş başkanlık” etmektir.

Afrika’nın kuzeyinde ve Ortadoğu’da yer alan Müslüman ülkelerde sahnelenen ve Dünyanın siyaset pazarına demokrasi için “halk ayaklanmaları” olarak sunulan hareketler, yöre ülkelerindeki geleneksel rejimleri devirmiş, yerlerine Batı yanlısı yönetimleri monte etmiş bulunmaktadır.

Sırada Suriye vardır.

Ve bütün bu isyanlarda Türkiye Hükümeti isyancıların yanında yer almıştır.

Gerekçe, demokrasidir. Bireysel hak ve özgürlüklerin tesisidir.

Ama aynı Türk Hükümeti, ülke içinde hukuk devletini fiilen ortadan kaldırmakta, demokratik hak ve özgürlükleri alt sınırlarına kadar geriletmekte ve ülke içindeki demokratik hak arayışlarını biber gazları ile ve orantısız şiddet kullanarak önlemektedir.

Dış politikada emperyalist güçlerle birlikte “demokrasi” bayrağını dalgalandıran Hükümet, ülke içinde yine aynı güçlerin desteği ile özgürlük arayışlarını bastırmaktadır.

Önümüzdeki günlerin gündemini oluşturacak olan temel unsur ise, “Yeni Anayasa” çalışmalarıdır. Yeni Anayasa’nın bir sivil Anayasa olacağı sürekli olarak tekrarlanmakta ve ileri demokrasinin temellerinin atılacağı öne sürülmektedir.

Türkiye halkı, gelişmeleri dikkatle değerlendirdiği takdirde, Büyük Ortadoğu Stratejisi’nde benimsenmiş olan rolün, Arap ülkeleri üzerinde oynanan oyunda üstlenilmiş olan misyonun ve ülke içindeki demokrasi ve özgürlük taleplerine karşı takınılmakta olan tavrın bir ve aynı politikanın ürünü olduğunu görecek ve gündemin birinci maddesine oturtulan Yeni Anayasa’nın bu politikanın yasal zeminini oluşturma amacını taşıdığını görecektir.

Ya da hiçbir şey göremeyecektir Türkiye halkı…

Gidip o Anayasa’ya da evet oyu verecek ve sonra da kaderine küsüp, sinip tünediği duvarın dibinde çöreklenip, oturacaktır oturduğu yerde…

Önceki ve Sonraki Yazılar