
KERİM KIYIK
KAYGI DEĞİL
Adabelen. '72
Kırbaş Ali'nin oğlu Mehmet, İlk Öğretmen Okulu beşinci sınıfı okumuştu. Köyüne döndü. İlk günler ciddi anlamda çelişki yaşıyordu. Çünkü okul yaşamı ile köy yaşamı arasında her anlamda çok fark vardı. Bu durumdan rahatsızlık duyuyordu. Öğretmen Okuluna parasız yatılı olarak girmeseydi, köyündeki diğer arkadaşları gibi çobanlık ya da çiftçilik yapacaktı.
Parasız yatılılık sınavını kazanmasında kendisine ders vererek yardımcı olan, Hüseyin Gökduman abisi aklına geldi.
Bin dokuz yüz altmış altı yılının mayıs ayında Söke'de bir ilkokulda ilk öğretmen okulu sınavına girmiş; ağustos ayında da üzerinde adının ve soyadının yazılı olduğu sarı zarf ķöyüne gelmişti. Heyecanla zarfı açtı. Zarfın içindeki yazıda, Söke'de girdiği birinci sınavı kazandığı; ikinci sınavın ondört- onaltı eylül tarihlerinde Ortaklar İlk Öğretmen Okulunda yapılacağı belirtiliyordu. Sevincinden havalara uçtu. Akşam koyunlarla eve gelen babasına yazıyı heyecanla okudu. O akşam evde herkes sevinçliydi. En çok da babası sevinmişti. Ailesinden ilk kez birisi, öğretmen olmak üzere okumaya gidecekti.
Mehmet'in babası okuma - yazmayı askerlikte öğrenmişti. Annesi ise okuma-yazma bilmiyordu.
Kırbaş Ali, oğluna "Yarın Hüseyin Abine gidelim; sana ders vermesi için yardım isteyelim" dedi.
Hüseyin Gökduman, Aksu İlk Öğretmen Okulunda son sınıfa geçmişti. Aynı köydendiler.
Kırbaş Ali, oğlu Mehmet'le Hüseyin Gökduman'ın evine gitti. "Hüseyin, oğlum Mehmet ögretmen okulu imtihanının birincisini kazandı. İkinci imtihan da var. Mehmet'e ders verir misin? Kaç lira istersen vereceğim" dedi.
Hüseyin, "Ali Dayı, para dersen olmaz. Mehmet, birinci imtihanı kazanmış, ben Mehmet'e bedava ders vereceğim" dedi. Bunun üzerine, Kırbaş Ali "Tamam" dedi.
Hüseyin; Mehmet'e, okulda, her gün öğleye kadar Türkçe ve matemetik dersi verdi. Yirmi günün sonunda, kendi hazırladığı sorulardan imtihan etti. "Sen kazanacaksın!" dedi ve ders vermeyi sonlandırdı.
Mehmet, akşam babası eve geldiğinde "Baba, Hüseyin Abi, beni imtihan etti; kazanacağımı, artık ders vermeye gerek olmadığını söyledi!" dedi.
Kırbaş Ali, oğlu Mehmet'e dönerek, "Yarın akşam Hüseyin Abini ziyaret edelim" dedi.
Akşam vakti, Hüseyin Gökduman'ın köyün üstündeki evine vardılar. Hüseyin Gökduman evinin önünde karşıladı, Kırbaş Ali ve oğlu Mehmet'i. Üzerinde kısa kollu bir gömlek, kumaş bir pantolon vardı. Çok şık görünüyordu.
" Mehmet'e ders verdin! Sağ ol! diyerek memnuniyetini belirtti, Kırbaş Ali.
Hüseyin Gökduman da " Mehmet gayet iyi. Kazanacak" dedi. "Ben de yarın, yaz çalışmasına katılmak üzere okuluma gideceğim" dedi.
Kırbaş Ali, daha önceden hazırladığı bir miktar kâğıt parayı pantolunun cebinden ani bir haraketle çıkarıp; Hüseyin Gökduman'ın gömleğinin göğüs cebine soktu. "Talebesin, kendine bir elbise al!" dedi ve hızla oradan ayrıldı. Oğlu Mehmet de arkasından gitti.
Mehmet,Ortaklar İlk Öğretmen Okulunda yapılan ikinci imtihanını da kazanmış ve bugün son sınıfa geçmişti. O günler gözlerinin önünden geçti. Bugün kendisi de, okumak isteyip de okuyamayan, köyündeki çocukların elinden tutmalıydı. Beş yıldır, okuluna, köyünden hiçbir çocuk girememişti.
Bu düşünceyle; okul müdürü Feyzullah Ölmez'le görüştü. Müdür Feyzullah Ölmez:
"Çocuklar çalışmıyorlar, zayıflar. Kazanma ihtimalleri yok. Zaten şu anda çobanlık yapıyorlar. Okumaz onlar. Ben de bu durum karşısında sınav başvurusunda bulunmadım." dedi.
Mehmet, Müdür Feyzullah Ölmez'e " Bu çocukları bu yıldan başlayarak yetiştireceğim . Bu yıl beşinci sınıfı tekrar okusunlar. Gelecek yaz da derse devam edeceğim. Onlara, parasız yatılılık sınavını kazandıracağım. Yeter ki siz, gelecek yıl bu çocuklar için imtihan başvurusu yapın" dedi.
. Müdür Feyzullah Ölmez, Mehmet'in kararlı ve iddialı ısrarı üzerine "Olur" dedi ve dört çocuğun ismini verdi.
Mehmet, üç çocuğun ailesi ile görüştü. Kursuna davet etti ve bedava ders vereceğini söyledi. Kurs, her gün sabahtan öğleye kadar olacak ve otuz gün sürecekti. Dördüncü çocuğun abisi lise ikinci sınıfı okumuştu. Uygun olmayacağı düşüncesiyle, dördüncü çocuk olan Hasan'ı kursuna çağırmadı.
Hasan, sekiz kardeşin baştan altıncısıydı.Babası hastalıktan bir yıl önce genç yaşta ölmüştü. Karısı Elif, sekiz çocuğu ile genç yaşta dul kalmıştı. Hasan, her köylü çocuğunun kaderi olan çobanlığı bir yıldır sürdürüyordu. Köy merasında, köyün diğer çocukları gibi buzağılarına bakıyordu.
Akşam vakti, Hasan'ın annesi Elif, Mehmet'in evine geldi. Yerde yazılı hasırın üzerine acilen oturdu. Mehmet'in annesi, Elif'e "Hoş geldin, nasılsın, iyi misin?" dedi ve birbirlerine sarıldılar.
Hasan'ın annesi Elif,:
"Mehmet, Hasan'ımı kursuna neden almadın?!" dedi.
Mehmet, Hasan'ın annesi Elif'in gücendiğini anladı. "Abisi yetiştirir diye çağırmadım, Elif Teyze" dedi.
"Hayır! Hasan'ımı sen yetiştireceksin, kulun, kölen olurum! En küçüğü dört yaşında, sekiz çocuğumla bir başıma kaldım! Bari Hasan'ım kurtulsun!" dedi ağlamaklı bir ses tonuyla...
"Olur, gelsin" dedi Mehmet, memnun olmuş bir yüz ifadesiyle.
Hasan'ın annesi Elif, sevinçle, memnuniyetini belirterek ayrıldı Mehmet'in yanından.
Mehmet; büyük bir heyecanla başladı kursuna. Hasan'la birlikte dört öğrencisi vardı.
O yaz iki ay öğrencilerine ders verdi. Beşinci sınıfta bir yıl daha, mutlaka okumaları gerektiğini hatırlatarak kursunu bitirdi.
Mehmet, ikinci yaz da aynı heyecanla dört öğrencisiyle kursuna başladı. Derse sabah saat dokuzda başlıyorlar, birde bitiriyorlardı. Bir hafta Türkçe, bir hafta matematik işliyorlardı. Öğleden sonra işledikleri konuyla ilgili ödevlerini yapıyorlardı öğrencileri.Ödevlerini yapmadıkları takdirde, kazanamayacaklarını kesin bir dille söylemişti Mehmet.
Mehmet, zaman zaman öğrencilerini mini sınavlarla yokluyor; anlaşılmayan konuları tekrar ediyordu. Yanlış yapmalarına fırsat veriyordu. Yanlışı görerek daha iyi öğreneceklerini düşünüyordu. Öğrencilerini uyarıyordu :
"Çözülemeyecek soru yoktur. Önemli olan, soruyu iyi okumak, anlamak ve doğru çözüm yolunu görmek" diyordu.
Otuz günün sonunda, komşu köyde kurs açan Özer öğretmenden izin alarak, üç günlüğüne komşu köye gönderdi öğrencilerini. Amacı, öğrencilerinin durumunu karşılaştırarak öğrenmekti. Üç günün sonunda, öğrencilerine "Ne durumdasınız? diye sordu. Öğrencileri "Biz daha iyiyiz" dediler.
Sınav günü geldi. Mehmet, öğrencilerini sınava götürdü. Heyecanla sınav sonuçlarını beklediler. Bir gazetede kazananların listesi yayımlandı. Mehmet'in dört öğrencisi de Ortaklar İlköğretmen Okulunu parasız yatılı olarak kazanmıştı. Herkes sevindi. En çok da Mehmet sevinmişti. Öğretmen olmadan kendini kanıtlamıştı.
Sıra sağlık raporu almaya gelmişti. Kolay iş değildi. Aydın Devlet Hastanesinden bir haftada alınacaktı. Diğer cocuklar, babalarıyla sağlık raporlarını alacaklardı. Hasan'ın babası yoktu. Sağlık raporunu kimle alacaktı?
Hasan'ın annesi Elif, bir akşam yine Mehmet'in evine geldi. Hasan'a sağlık raporu alınmasında yardım istedi. Mehmet, "Abisiyle birlikte alabilir" dedi. Elif, "Abisi bu işi beceremez, ancak seninle alabiliriz!" dedi.
Mehmet, çaresiz kabul etti. Ne de olsa öğrencisiydi.
Bir hafta süren uğraştan sonra, Hasan ve diğer öğrencileri sağlık raporlarını almışlardı. Sıra kayıt yaptırmaya gelmişti. Öğrencilerini okuluna götürdü ve kayıtlarını yaptırdı. Okulunun tüm bölümlerini gezdirdi, uymaları gereken kuralları anlattı. Vedalaşarak öğrencilerinden ayrıldı.
Mehmet, okulunu bitirmiş, Anadolu'nun bir köyüne tayin bekliyordu. Bir gün adına bir sarı zarf geldi. Gelen yazıda Adıyaman'ın Besni ilçesine ilkokul öğretmeni olarak atandığı yazıyordu. On beş gün içinde görevine başlamalıydı.
Mehmet, heyecanla hazırlığını yaptı ve ertesi gün yola çıktı. Üç gün sonra Besni'nin Akkuyu köýünde görevine başladı. Öğretmenlik yaşamı böylece başlamış oldu.
Mehmet'in köyüne de yeni mezun bir bayan öğretmen atanmıştı. Mehmet'in yakınlarından birisi, "Bu bayan ögretmen, bizim Mehmet'e yakışır" demişti.
Bunu duyan Hasan'ın annesi Elif, bayan öğretmeni lise mezunu oğluna düşünmüş; "Mehmet'e düşünüyorlarmış" diyenlere "Mehmet, kaygı değil!" demişti. Elif'in bu sözü köyde duyulmuştu.
Mehmet, ara tatilde köyüne gelmişti. Hasan'ın annesinin kendisi için söylediği "Kaygı değil" sözüne çok üzülmüştü. Çünkü, "yok" sayılmıştı. Hem de Hasan'ın annesi Elif tarafından.
Mehmet, Köyün bilge kişisi Mustafa Adanır'ı ziyaret etti. Antep'ten aldığı hediyesini nezaketle sundu.
Elif'in, Mehmet için söylediği sözü, Mustafa Adanır da duymuştu.
Mustafa Adanır, "Sen, Elif'in oğlu Hasan'ı parasız yatılı olarak öğretmen okuluna yerleştirdin. Sağlık raporunu da alıverdin. Sadece bu değil; sofrasından bir kaşık eksilttin; elbise, ayakkabı almaktan kurtardın. Peki, yaptığın bu büyük, hayırlı iş karşılığında kaç lira aldın?" diye sordu.
Mehmet, "Hiç" dedi.
Mustafa Adanır, "Yaptığın hizmetin, verdiğin emeğin karşılığını alsaydın, senin için, 'Kaygı değil' sözünü söylemeyecekti. Tam tersine senden saygı ile söz edecekti" dedi.
Mustafa Adanır, sözlerini sürdürdü: "Sen kendi değerini bilmezsen, hiç kimse sana değer vermez. Herkes, değerini kendi belirler. Bedava iş yapanın ne kendinin, ne de yaptığı işin değeri olur. Herkes sana, kolaylıkla ulaşabiliyorsa, senin değerin düşer. Bu söylediklerim, kibir değil. 'Ben varım, ben değerliyim,' demektir." dedi.
Mehmet; Mustafa Adanır'ın bu sözlerinden sonra , izin istedi ve saygı ile huzurundan ayrıldı.
Artık, yeni bir dünya görüşüne, üstelik bedelini ödeyerek sahip olmuş ve bu görüşünü yürüyüşünden başlayarak hayata geçirmişti.13.06.2024 GÜZELÇAMLI