Kıyamet

Temmuz ayından sonra ağustosun geldiğini çok şükür biliyoruz. İlkokulun ilk sınıfında, sevgili öğretmenim rahmetli babam az mı tokatlamıştı, 12 ayı öğreteceğim diye.  Ellerine sağlık. Attığı tokatların semeresini şimdi görüyorum da “Allah razı olsun, iyi ki tokatlamış” diyorum. Rahmetli babam beş yıl ilk okulda öğretmenim olmuştu. Evde babam, okulda öğretmen. Öğretmenliğini gördüğüm beş yıl boyunca da hep olumlu, uyulması gereken kuralları sıkı bir şekilde derslerde uygular, hayat boyu da uyulması gerektiğini sık sık tekrarlattırırdı. Bunların başında önemli gördüğü konu ormandı. O dönemlerde orman bol olduğu için pek sıkıntı çekilmezdi. Su boldu, suyun olduğu yerde de bereketin olduğu bir gerçekti. Su ise ormanın terlemesi ile oluşan nemin havaya çıkıp, yağmur olarak tekrar geri dönüşmesinin rahmetiydi. İşte, bunun gibi şeylerin öneminin büyük olduğunu öğretirdi rahmetli öğretmenim. Son yılın en önemli konusu da ormanlara bağlı olan küresel ısınma ve dolayısı ile susuzluk. Bugün perşembe. Salı günkü hava tahminlerinin haberlerinde komşumuz Bulgaristan ve Romanya’da çok kuvvetli yağışların olduğunu ve su baskın tehlikelerinin oluştuğunu öğreniyoruz. Bulgaristan ve Romanya’nın bitki örtüsüne baktığımızda, kıraç alanlarının azlığı öncelikle göze çarpmaktadır. Bu ülkelerde ağaca ve ormana verilen önemin ne kadar dorukta olduğunu görebiliriz. Altı yıl boyunca Almanya yolculuğumda gelip giderken gördüğüm orman manzaraları ve ağaçlık alanlar bu yağışların neden bu kadar fazla bir şekilde buralara düştüğünün göstergesi idi. Gazetelerimizin baş köşelerinde, Türkiye’de baş gösteren kuraklıkların baş sorulmusu hemen bulundu. Belediyeler. “Neden, belediyeler kuraklığın olacağını tahmin edemediler ve gerekli tedbirleri alamadılar?” sorusu kolayca sorulabiliyor. Bir Allah’ın kulu da çıkıp “Yahu, durun arkadaşlar, bunun sorumlusu varsa, oda yine bizleriz” diyemiyorlar. Olaylar olunca hep sorumluyu yanlış yerlerde aramaya alışmışız. Türkiye’de Orman Bakanlığı denilen bir makam var. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, bu bakanlık görev yapmaktadır. Hiç kimse çıkıp da “bu bakanlık, bu güne kadar ne gibi tedbirler aldı?” diye sormuyor. Yapılan tek iş “Vur abalıya” oluyor. Bir başka konu da, ormanların devlet kanalı ile yok edilmesi. Ormanlık alanlar neden yerleşim birimlerine açıldı. Bir takım kişiler, site kuracak, arsa sahibi olacak diye, neden ormanlık alanlar beton yığını haline dönüştürüldü. Bu konularda sorumlu olanlar acaba vicdan azabı çekiyorlar mıdır? Neden ormanlık alanlar, orman köylülerine tahsis edilip de, oraların bakımı ve koruması vatandaşlara verilmedi. Bu sebeple orman koruması emniyete alınır, yangınlar en asgariye indirilirdi. Yoksa devlet, vatandaşına güvenmiyor muydu? Bu soruları bu güne kadar bizleri idare eden hükümetlere neden soramıyorlar, kamburu belediyelerde arıyorlar. Belediyelerin tek sorumluğu, belediye sınırları içerisindeki ormanlık alanların imara açılması, derelerin ve sulak alanların imarlaştırılması,  şehirlerin verimli topraklara kayması ve kirletilmesi. Bu işlerinde tasdik yeri tabiî ki bakanlıklar. Neden hayır diyememişler??? Eskiden vatandaş, odun ihtiyacını dağlardan sağlarken, şimdi mıcır ihtiyaçları dağlardan sağlanıyor. Dağlarımız ağaçlardan yoksun, delik deşik olmuş. Adamlar mıcır çıkaracağız diye dağlara dinamitler vuruyor, patlamalarla zaten kalmamış, ormandan arta kalanları da yok ediyor. Ağaç dikelim denildiğinde de ortalıktan yok oluyorlar. Hükümetler de buna göz yumuyorlar. Halende dağlar oyuk oyuk oyuluyor, çölleştiriliyor. Peki sorarım şimdi, bu ülkede kuraklık olmaz mı? Peki, sorumluları yalnızca belediyeler mi? Ecnebi ülkelerde, hayati önem taşıyan işler öncelikle hükümetlerin işleri olduğu için, halkının, ülkesinin menfaatine her türlü önlemler alınıyor ve görüyoruz ki bizim kadar kuraklık çekmiyorlar. Bulgaristan’da sıkıysa bir fert ağaç kessin. Onun için onlar sefa, biz cefa çekiyoruz simdi. Biz çekiyoruz. Kuraklıktan en fazla etkilenen ülke olduk. Çünkü, kestiğimiz ağacın yerine ağaç dikmedik ki. Çünkü, bizler  her şeyimizi Allah’a havale ediyoruz. Elimizdeki bol nimetleri, yıllarca hovarda bir şekilde harcadık. Şimdi işimiz Allah’a kaldı. Ellerimiz havada, yağmur için Allah’a yalvarıyoruz. Olur, alır da kaçar mısın? Derler bu yaptığımıza. Yüce Allah işini bilir. İnanıyorsak anlamalıyız artık. Yüce Rab kıyameti önce inananlarına gösterir. İnandığı halde, inançsızlık, müsriflik yaptı diye. Önce inananlara acı çektirir. Aklı başına gelsin diye. İster inanın, ister inanmayın. Dinimizin  kıyametle ilgili bir sürü delilleri vardır. Her inanan açar okur. Ana, babaya saygısızlıkla başlayan kıyametin alametleri, iklimlerin değişmesi, kadın erkek ilişkileri, erkeklerin kadın, kadınların erkekleşmesini ve daha bir sürü alametlerini sıralarken, gün gelecek dünyanın da kavrulacağını söylemektedir. İşte bu zaman geldi ve çattı. Barajlar kurudu, yağmurlar yağmıyor, dereler kum yığını oldu, dağlar yandı, yıkıldı, taşlaştı. Göllerde çanlı yaşayamaz oldu. Memleket kavrulmaya başladı. Bu yüce Rab’ın bir uyarısı dır, inşallah. Değilse eğer, bu kıyametin ta kendisidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar