Nereye Gidiyoruz?

 

 

Tam bir kaos ortamındayız.

Kimin nereye gittiğini ve ne yapmak istediğini anlayamıyoruz.

Birileri iktidarın verdiği kuvvet ve kudretle tam bir yapacağım olacak güdüsü içerisinde,

Birileri de lâiklik maskesi altını sığınmış, lâik mi, değil mi belli değil.

Ankara’da lâikliğin tam savunuculuğunu yapanlar Diyarbakır’da, Urfa’da belirli kesimlerin önünde değişimlere uğruyor, diğerleri de belirli yer ve zamanlarda başlarındaki yeşil bulutları dağıtarak tam bir lâik ve demokrat gibi davranabiliyor.

Tam bir siyasetçi sözü ile “dün dündür, bu gün bu gündür” mantığı ile hareket ediyorlar.

Sevgili yazar Tuncay Özkan’ın dediği gibi çamur atma mevsimi açılmıştır artık.

At atabildiğin kadar.

At çamuru izi kalsın.

İktidara gelebilmek için neredeyse intihar girişimlerine girmedikleri kalmayanlar, seçimlerin sonucuna katlanamadıkları zamanda “demokrasi” koruyucusu kesiliveriyorlar bir anda.

Ya iktidar olanlar.

Onlar bir başka âlemdeler.

Onlar bu güne kadar ki iktidarlardan bir kat daha fazla yapma yarışı içine giriveriyorlar belli belirsiz.

Belliler çünkü, hemen hemen hepsi tüm mevcutları ile belirli yerler ve iş sahalarında ya ortak, ya danışman, yada yönetim kurulu üyesi oluveriyorlar.

Bununla da yetinmeyip ecüğü, çocuğu, amcası, dayısı ile bir anda holdingler haline dönüşüveriyorlar.

Sonra? Sonra ne oluyor dersiniz?

Sonrası işte şimdi başlıyor.

Kürsülerde bir birlerine atıp tutanlar, bir birlerini özeline kadar girenler bir meclis çatısı altında sile tokat, yumruk bir birlerine has düşman iken, dışarıda en candan dost olabiliyorlar.

Bu arada bizlere ne kalıyor.

Bizlere de malesef, sen faşist, ben komünist, sen gerici, ben lâik, sen yobazlık kalıyor.

Onlar gittiği yolları gayet iyi biliyor. Ya bizler?

Halk olarak kendimize  soracağımız en  önemli soru bu olmalı.

Nereye gidiyoruz? 

YA KADINLARIMIZ?

Gündem güzel, hava sakin, herkes keyfinde. Holdingler kurulmuş. Askere gitmemek için sakat raporları alınmış. Yurt dışından hazır yiyecek maddeleri ithal edilmiş. Şıkır şıkır açılan reyonlarda satılıyor. Bardakta mısır, çikita muz.

Belediyelerdeki ihaleler bölüşülmüş. Arpalıklarda yer kalmamış. Ekonomi belirsiz bir rotaya girmiş

Ya kadınlarımız?

Bir de bakıyorsunuz, kadınlarımız en ön saşara çekilebiliyor.

Şimdi kadınlarımız önde.

Şimdi kadınlarımız en değerli

Şimdi kadınlarımız en ezilen toplum en önemli büyük parçası.

Şimdi kadınlarımız en gerici veya en devrimci.

Geçtiğimiz hafta Kars’ta da yapılan Kars Üniversitesi mezunları veda toplantısında, üniversite birincisi gencin annesinin sahneye çıkarak oğlunu kucaklamasına izin verilmedi.

Ne de ise o kırkını aşmış annenin başında eşarbı bulunması idi.

Nedeni, o büyük annenin, elleri öpülesi annenin başının eşarpla örtülü olması.

Anne sahneye doğru yürüdüğünde korumaların önünü kesip, yerine oturması için eylem yapmaları Türk kadınımıza karşı yapılan en büyük hakaret değil de ne idi.

Çocuğunun en sevinçli gününde önü kesilen annenin sahneye çıkartılmaması, şehrin valisi ve üniversite rektörünün gözlerinin önünde  olması düşündürücü.

İşte kadınlarımız bu nedenle en önlerde.

Bakıyoruz törenlere, yürüyüşlerle, eylemlere ve şehit törenlerine.

Anneler en önde. Anneler en baş safta.

Bakıyoruz Türkiye gündemine, anneler en önde, anneler en ön safta.

Mecliste türban, başörtüsü kavgası vardı. Anneler yine en ön safta .

Üniversitelerde türban ve başörtüsü kavgası vardı bayanlarımız yine en ön safta.

Hükümetim gündeminde kadınlarımız, anayasa proşarımızın gündeminde kadınlarımız, yazarlarımızın gündeminde kadınlarımız, muhalefetimizin gündeminde kadınlarımız.

Neden hep kadınlarımız.

Çünkü kadınlarımızı yönetmeye alışmışız.

Çünkü kadınlarımıza saçı uzun, aklı kısa demişiz.

Çünkü kadınlarımız erkeklerin güçlü kollarına muhtaçtırlar.

Öyleyse onlar erkeklerin her türlü amaç ve ereklerine yem olmak vazifeleridir.

Neden, neden, neden?

Neden sakallılarımıza bir şey denmiyor?

Meclis sakallı milletvekillerimizle dolu.

Üniversiteler sakallı genç erkeklerimizle dolu.

Üniversiteler uzun saçlı, kız görünümünde genç erkelerimizle dolu.

Ulu önder Atatürk’ü dillerinden düşürmeyenler, onu kendilerine örnek alanlar acaba o büyük insanın sakallı halini, uzun saçlı halini hiç gördüler mi?

Eğer Atam, türbana izin vermemişse; sakala da, uzun saça da izin vermemiştir.

fiimdi bu açıklamalardan sonra bir kez daha soruyorum kendi kendime.

Nereye gidiyoruz?

Bizi kimler nerelere çekiyor?

Anneyi üniversite içine başörtüsü ile kabul eden kişiler, sahneye çıkmasına hangi düşünce ile izin vermiyorlar?

Devlet düşüncesi, hükümet icraatları, yönetici  hal ve tavırları birleştirici, halkını sıkı sıkıya bir arada tutmaya özen gösteren düşüncedir.

Öyleyse, memleketimizde çıkarılan türban ve değişik laiklik düşünceleri başı boş bırakılınca, halkın içine sokulan bir fitne, fesat haline dönüştüğü aşikârdır.

Türk ulusunu, silahla, savaşla yıkamayanlar bu oyunları ile yıkmayı görev bildikleri için memleketin sırtına yıllardır kambur olmuştur.

Bir de erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliklerinin  yıkılmasından korkan mihraklar, türban konusunu dallandırarak, kızlarımızın üniversitelere gitmelerinin önünü tıkanmasını istemektedirler.

Görüyoruz televizyonlarda.

Türbanlı olarak eylem yapan grupların başlarında veya geri plânlarında bu erkekler bulunmaktadırlar. Eylemlere katılan kızlarımız ve kadınlarımızın tavırlarına baktığımızda da; onlarda bir hava, bir erkelik belirtisi gözlenmektedir. Türbanla eylem yapanların hareketlerinde kadın yumuşaklığının yerinde haylaz çocuk sertliğini  görmekteyiz. Halbuki, samimi eşarp takan, samimi okumak isteyen kızlarımızın kurallara uyarak, gayet itaatkar bir şekilde okullarına devam ettiklerini görmekteyiz.

fiimdi nereye gidiyoruz?

Bu soruyu tekrar sormak istiyorum.

Ya erkek egomenyasında  kadın azaplarına devam edeceğiz. Ya da kadınlarımız akıllarını başlarına alıp, erkek egomenyasına son verecektir. İşin doğrusuda bu olsa gerek...

Önceki ve Sonraki Yazılar