Nobel isteyen çokkk çıkar...

 

Bakıyoruz da basına, baş köşelerde yazan büyük üstatların çoğunluğu batıya şirin görünerek Nobel’e aday almaya  istekliler.

Nereden anladın diyeceksiniz.

Görünen köyler kılavuz istemiyorlar  ki.

Memlekette yalnızca yaşayan, haksızlığa uğrayan Ermeni vatandaşlarımızmış gibi, sanki hep aşırı solcular eziliyormuş gibi, sanki elli yıldır gitti denilen laiklik gidiyormuş gibi, yok Nobel alanı kaçırdınız, yok klip yaptınız, yok Kürtler tabiî ki ezilir gibi yazılar yazarak yeni hainler yaratılıyor.

Bir çok yazarın başka işi yokmuş gibi,işleri güçleri bu insanları ve de yandaşlarını yazılarına taşımak. Övmek, övmek, övmek.

Tabi bu övdükleri yazılar  günü birlik gideceği yerlere gidiyor ve orada liste haline dönüyor ve zamanı gelince de Nobel’e aday yapılıyorlar.

Dün bir yerden telefon geldi.

Arayan bir gazetenin ilgili müdürü. Ben devamlı bu gazeteye yazı yazdığım için, müdürün birden bire beni arayarak “ falan kişi sizi arıyor. Telefonlarınıza ulaşamıyormuş. Başka telefonunuz varsa verir misiniz lütfen?” dediğinde, içim  bir “ cız” etti.

Hiç tanımadığım, kendisi ile karşılaşmadığım bu önemli zatı muhteremin “benimle ne işi olabilir?” diyerek kendi kendime sorular sormaya başladım.

Yayın müdürüne yeni telefonumun numarasını vererek, adı geçen ilgililere verilmesini isterken de,  beynimdeki “ acabalar” gittikçe çoğalmaya başladı.

“Acaba ben de yeni bir ‹smail Türüt mü  olmuştum.?  Gibi çeşitli vesveseler kaplamıştı zihnimi. Karşıdan telefon gelmesini beklerken, dert ortağıma konuyu açtım. Çeşitli senaryolar üretmeye başladık.

Ben ;

-    ‹ster misin şimdi, yazdığım yazıların birisi bazılarına dokunduğu için, alın onu içeri  desinler”

Ortağım;

-     Oh ne iyi, meşhur oldum desene, hem sonra valla Nobel’e de aday olursun” demez mi.

•        Ya sen ne söylüyorsun Allah aşkına. Ne bana böyle bir leke gelsin, nede bu yüzden Nobel alayım. Ben hain main olamam, olmam. Ben bana yeterim” dediğim anda telefonumun zili çaldı.

•        Telefonumu istememe istemeye açtığımda, karşımdaki bayan bana, sayın …….. miz konuşmak istiyor dedi.

Telefon bağlandığında “ buyurun sayın ….., emriniz?” dediğimde, karşımdaki kişinin nazik, kibar ve beni içimden okşayan karşı iltifatı ile karşılaştım ve yüreğime sular serpildi.

-Estağfurullah, ne emri. Aksine size teşekkür ederim. Yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Sanki benim düşündüklerimiz yazıyorsunuz. Sizi kutluyorum. Başarılarınızın devamını dilemek için aramıştım. Ayrıca seni şehrimize misafirimiz olarak bekliyorum”  dediğinde, ilgi ile konuşmamızı dinleyen ortağıma;

-‹şte benim Nobel’im. ‹şte bu. Bana gavurun Nobel’i gerekli değil. En büyük Nobel, benim yönetenlerimden gelendir. Bu bana yeter, dedim.

-Ama dedi ortağım. Esas Nobel de bir de para var dedi.

-Ne parası güzelin. Ne parası. Vatan olmadığı sürece paran olmuş neye yarar. Paran, vatanını geri getiriyor mu Allâh aşkına… Paran varmış, vata haini ilân etmişler, vatanına dahi gelemiyorsun. Eksik olsun o para. Dedim.

Emin olamıyor, inanamıyordum ama, bu memleketin ekmeğini yiyen, suyunu içen, yazdığı kitapların geliri vasıtası ile, bu memleketin halkı tarafından beslenen hainlerin varlığı üzüyor vatanseverleri.

Kimiler Türkler, Ermenilere kıyım yapıldı diyerek, düşman basamaklarını ikişer ikişer atlıyor, kimileri Kürt azınlığı diyerek, memleketi bölmek isteyenlerin ekmeklerine, kat kat yağ bal sürüyor, kimileri  bir Avrupa, batı aşkı tutturmuş, elinde batı enstrümanı çalıyor da çalıyor.

Hepsi Gaflet ve dalalet içerisinde.

Hepsi ünlü olmak, ecnebiler tarafından alkışlanmak, onların vereceği nişanlarla etrafına gülücükler saçmak peşindeler.

Onların Amerika’da katları, ‹ngiltere’de evleri, bilmem hangi ülkelerde arazileri vardır.

Onların sıkıştıkları zaman kaçabilecek araçları, bu araçlarının rahatça girecek ülkeleri de vardır.

Ama,  bu memlekette bazıları da var ki, öz yurdunda öksüz yaşamaktadırlar.

Bunların arkasında batı babaları yoktur.

Bunların arkasında kilise paralarının oluşturduğu kalkanlar yoktur.

Bunların, Fransız yengeleri, ‹ngiliz amcaları, ABD li Coni’leri  de yoktur.

Bunların arkasında batıya yardakçılık yapacak medyaları da yoktur.

Bunların bazılarının ellerinde kalemleri, bazılarının ellerinde sazları, birde atamadıkları vicdan ve Türkiye sevdaları vardır.

Bunların ardında, diğerlerinin küçümseyerek baktıkları Türk’üm diyen memleket evlatları vardır.

Büyük Atatürk, belki Nobel’i belki fazla inceleyemediği için, Nobel’i pek bilemiyordu. Ama, memleket hainlerini ve memleket gafillerini çok iyi biliyordu. Onun içindir de;

Biz, Kahramanı kadar gafili de, haini de çok bir milletiz”  demekten kendini alamamıştır.

‹şte o hainler yukarıda saydığım  “onlar” dı.  Onların babalarıydı belki de.

fiimdi onlar, babalarının Atatürk zamanında yaptığı hainlikleri devam ettiriyorlar.

Bu hainliklerinin sonunda da , bazıları Nobel, bazıları Fransız’ın bilmem ne nişanını alıyor, bazıları da ‹ngiltere’de Lord oluveriyor.

‹şte bunlar ‹smail Türüt’ün dediği gibi “yerli gavurlardır.” Görevimiz onlara aldırış etmeden, yine Atatürk’ün dediği gibi, “Engellere aşılmak içindir, takılmak için değil!” düsturu ile yola devam etmek gerekiyor. Engellere takıldığımız zaman, memleket sorumsuzları da, Çin askeri gibi ürerse, bizde Nobel’i isteyen ÇOKKK çıkar. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar