PAPAZIN HİKAYESİ

 

Geçen yılın kişisel ve kurumsal vergi rekortmenleri  açıklandı. İlk yüzün içinde yatırımdan çok ilk sıralardan başlayarak onlarca menkul kıymetler ve aracılık faaliyetleri gelirleriyle rekorlar kıranlar yer alırken, kurumlarda ise ilk dokuz sırayı bankalar aldılar.  (Kişilerin yatırım amacı ile edindikleri, ortaklık veya alacak hakkı sağlayan ve çıkarılması için Sermaye Piyasası Kurulundan izin alınan kıymetli evraklara menkul kıymet denir. Menkul kıymetlerin özellikleri: - Yatırım amacı ile alınır.- Belirli şekil şartlarını taşıması gerekir.- Sahibine ortaklık veya alacak hakkı sağlar.- Nama veya hamiline düzenlenmiş olabilir. Menkul kıymetlerin üzerinde yazılı olan değerleri (nominal değer) ve piyasa değerleri vardır.) 

Yani parası olanlar, her zaman olduğu gibi geçen yıl da, oturdukları yerden para kazandılar, bunlara aracılık edenler de vergi rekortmeni olacak kadar daha çok para kazandılar. Bankalar malum, halkın parasını minimum faizle toplayıp, maksimum faizle satarak geçimlerini sağlarlar ve her yılın vergi rekortmenliğini kimseye kaptırmazlar. Halkın cebinden haksızca aldıkları çeşitli kalemlerdeki paralar ve gereksiz kesintileri önlemek için,  halk adına çıkarıldığı söylenen yönetmelik ve yasalar, ne hikmetse haksızlığı daha da çoğaltır.  Hal böyle olunca da parası olan riskleri göze alarak yatırım yapmak yerine “menkul”e yatırımlarla paralarına para katarlar. Şu meşhur “dolar milyarderleri” öyküsü de bu ayrıntılara dahildir. O çok yakındığımız işsizliğin, yoksulluğun gerçek nedeni de işte budur. “Paranın para kazanması.”

Papazın öyküsüne gelince, Amerika’nın küçük bir kasabasında yaşayan bir papaz yaşadıklarını şöyle anlatır; “-Kasabanın kilisesinde normal vaazlar verirken, yani yoksulluğun kader olduğunu halka anlatırken, her gün biraz daha zenginleşen diğer kesimin, haksızlıkları akıl almaz boyutlara ulaştığını görünce bir şeyleri yanlış yaptığımı anladım. Haksızlıklara karşı halkı uyandırmak ve sömürüyü sonlandırmak için vaazlarımı değiştirdim. Bir süre sonra halk farkındalığa ulaşınca, kasabanın ileri gelenleri beni uyarmak zorunda kaldılar. Ancak ben, doğruyu bulmuştum ve duruşumu değiştirmedim. Sonunda beni kiliseden kovdular. Zorda kalmıştım, parasız günlerimden birinde, yıllar önce bankaya yatırdığım  yüz dolar aklıma geldi. Bankaya gittiğimde hesabımdaki paranın üç katına çıktığını görünce şaşırdım. Şimdi üç yüz doların sahibi olmuştum. Hem de hiç bir emek harcamadan. İki yüz dolar, kilolarca patates alabilirdi. Ben terlemeden bu kadar patatesin sahibi olmuştum. Peki bu patatesleri kimler üretmişti? İşte emeğinin karşılığını hiçbir zaman alamayan üreticilerin emeklerini çalan sistem buydu. Ve ben ölünceye kadar bu sistemle savaşmaya kararlıydım.”

Kıssadan hisse; esnafın vergileri, işçinin emeği , köylünün alın teri, emeklinin sağlık kesintisi ile bize dolaylı, dolaysız  ödetilen vergilerin (bir takım kağıtlar basılarak) ülkenin refahı yerine, kimlere gittiğini algılayabildiğimizde, müthiş bir farkındalık yakalayacağız. 
İşte o zaman bir-rey değil birey olduğumuz günler gelecektir…

Sahi, ne var ne yok?

Önceki ve Sonraki Yazılar