SEN, BENİM KADAR EĞİTİMİN DEĞERİNİ BİLEBİLİR MİSİN?

 

Biz, kitaplardan öğrendiklerimizin gerçek bilgi olduğunu sanıyoruz. Onlar, sadece bize dışarıdan empoze edilerek öğretilenler. Gerçek bilgi, yaşamın içinde deneyimlerimiz, izlenimlerimiz, kanaatlarımız sonucu öğrendiklerimizdir. Bize tersini söyleseler de, hatta empoze etseler de, izlenim ve kanaatlarımız sonucu oluşan bilgilerimizden vaz geçmeyiz. Çünkü onlar, bedeli ödenerek kazanılmış gerçek bilgilerdir. Onun içindir ki, geçmişte bilginler baskılara karşın inandıkları yoldan dönmemişler, bilinmeyeni çözmüşler ve buluş yapmışlardır.

Peki, gerçek bilgiler nasıl kazanılıyor? Yaşamın içinde, sorunlarla karşılaşarak.

Yetmişli yıllarda Adıyaman’daydım. Öğretmenlik mesleğime ilk olarak orada başlamıştım. Gündüzler öğrencilerimle rahat geçiyordu. Ama, geceleri geçirmek zordu. Yalnızlığın sıkıcı zorluğunu, asıl geceleri hissettirdiğini orada yaşayarak öğrendim. Bu yüzden geceleri geç saatlara kadar kitap okuyordum. Gaz lambasıyla aydınlanıyordum. Bir gün, fitil kısalmış, gaz azalmış, fitil gaza ulaşmadığı için de lamba yanmıyordu. O gece karanlıkta oturuyordum. Her gece geç saatlara kadar ışığımın yandığını gören karşı komşum, merak edip, kapımı çalmıştı. “Işığın neden yanmıyor” dedi. Ben de, durumu anlattım. “Bu lamba yanar” dedi. Lambadaki gazın üzerine biraz su ilave etti. Fitille gazı buluşturdu. Lamba, çıtır çıtır ses çıkarsa da yandı ve odam aydınlandı. Oysa, ben fizik- kimya okumuştum. Sıvıların yoğunluk farkı nedeni ile karışmayacakları bana öğretilmişti. Bu bilgiden yararlanamamıştım. Çünkü, bana teorik olarak öğretilmişti. Gerçek bilgi değildi. Karşı komşum bu bilgiyi hayatın içinde yaşayarak öğrenmişti.

Baharda kırlara gezmeye gitmiştim. Bir çobanla karşılaştım. Bir süre sohbet ettikten sonra, çoban torbasından çıkardığı kağıdı katlayarak kese haline getirdi, su ile doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Bir süre sonra su kaynadı. Hemen su dolu kağıdı aldı ve bir bakır bardağın içinde çay demledi. Bana ikram etti. Ben durumu, belli etmeden hayretle izliyordum. Su kaynamış, ama kağıt yanmamıştı. Çoban da, bu bilgiyi yaşamın zorlukları içinde yaşayarak öğrenmişti.

Ama, beni en çok etkileyen durumla, geçenlerde, bir köyde tanıştığım bir adamla yaptığım konuşma sonunda karşılaştım. Adam hiç okula gitmemiş, okuma yazmayı askerlikte öğrenmiş. Daha sonra bir kamu kurumunda hizmetli olmuş. Çocuklarının okumalarını hayatının en önemli görevi saymış. Oğlu liseyi bitirmiş, bir otelde çalışmaya başlamış. Üniversiteye gitmeye gerek duymamış. Baba da, mutlaka üniversiteye gitmesi gerektiğini söylüyormuş. Baba- oğul günlerce tartışmışlar. En sonunda baba, oğluna:

-Sen, benim kadar eğitimin değerini bilebilir misin? demiş ve tartışma sona ermiş. Oğlu da üniversiteye okumaya gitmiş. Bu adam o gün bana, çok değerli bir hazine armağan etmişti. “Bir şeyin değerini, ancak o şeyden mahrum olanlar bilebiliyordu.” Bu adam da, eğitimsizliğinin dezavantajlarının sıkıntısını yaşamının her alanında, her zaman yaşamış, çok zorluk çekmişti. Ve eğitimin değerini çok iyi anlamış, öğrenmişti.

Biz, gerçek bilgiyle donanmadığımız için, gerçek bilgiye dayalı olarak sorunlarını çözenlere inanmıyoruz, inanmakta zorluk çekiyoruz. Yıllar evvel Bolu- Kartalkaya’da bir Amerikan subayı ve on yaşındaki oğlu kayak yaparlarken kaybolmuşlardı. Günlerce aranmışlar, ancak bulunamamışlardı. Subay ve oğlu bir mağaraya sığınmışlar, kar suyu içerek bir hafta yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Sonunda orman işçilerine ulaşarak kurtulmuşlardı. Bizim basında, “böyle bir şey olamaz, olsa olsa bunlar ajandır” diye yorumlar çıktı. Oysa bu bir olguydu, gerçekti. Subay, gerçek bilgisini kullanarak yaşamını zor şartlarda sürdürmeyi başarmıştı. Sadece oğlunun ayak baş parmağı kangren olmuştu. Bunun dışında bir kayıpları yoktu.

Bir “değer’i kazanabilmek için, çaba harcamak, bedelini ödemek gerekiyor. Ancak, o zaman özümseyebiliyoruz. Özümsediğimiz değer ve bilgilerden yaşamımızın her alanında yararlanırız. Böylece hatalı davranışlardan da kurtuluruz.

Rousseau da, yüzyıllar öncesinden, bu düşüncelerle, “Çocuğu okula almak yerine, doğaya bırakalım, özgürce yetişsin,” diyordu.

 

 

 

 

 

 

 

Didim Akdeniz Ülkeleri Zeytin Fesitvaline ev sahipliği yapacak

█ Gerçek Gazetesi

Yılmaz ÖLMEZ

Didim denilince akla hiç kuşkusuz turizm geliyor. Fakat Didim son yıllarda adını zeytin üretimi ile de duyurmaya başladı. Zira son 10 yıla bakıldığında ilçede toprak reformu ile birlikte 300 binlerde olan zeytin ağacı sayısı 1 milyona ulaşırken, Didim şimdi de “Akdeniz Şehirleri Zeytin Birliği”ne üye oldu. Birliğin ilk genel kurulu da Ekim ayında Didim’de yapılacak ve bu buluşmayla birlikte Didim 3 gün boyunca zeytin festivaline imza atacak. Didim Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Bahattin Gökdemir, Akdeniz’e kıyısı bulunan zeytin üreticisi ülkelerde gerçekleştirdiği incelemelerde Aydın çiftçisinin daha bilinçli ve kaliteli üretim yaptıklarını gözlemlediğini ifade ederken, ”Biz zeytincilikte çok iyi yerlere geldik. Didim’de zeytin ağacı varlığımız 1 milyonu buldu. Didim tarım toprakları az olan bir ilçe iken, tarım reformu kapsamında makilik alanlar tarıma açılarak bu yeni alanlar zeytin fidanlarıyla donatıldı ve zeytincilik üzerine seminerler düzenlenerek, üreticimiz sertifika sahibi oldu. Ziraat Odası olarak eğitimler veriyoruz, bilim ve teknolojiyi yakından takip ediyoruz, Dünyada zeytincilikte bir numara olan İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Akdeniz’e kıyısı olan Ülkelerde gözlemlerde bulunuyoruz. Türkiye artık bu Ülkelerinde içerisinde bulunduğu, ”Akdeniz Ülkeleri Zeytin Birliği”nin içerisinde yer almıştır. Birlik olarak ilk toplantımızı Fas’ta yaptık ve Ekim ayında da ilk genel kurulumuzu Didim’de yapacağız ve bu genel kurulu festivalle taçlandıracağız.” dedi.

19-20-21 Ekim tarihinde gerçekleşecek olan genel kurul ve festivalimize Bilik bünyesinde bulunan ülkelerden konuklarımız gelecek. Didim çiftçisi en iyi şekilde üretiyor. Fakat paketleme ve pazarlama ayağında eksiğimiz var. Birlik sayesinde ürünlerimizi paketleyip dünya pazarına sunmak istiyoruz. Böylece ürün değeri de artacak” dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar