YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ!

---17 AĞUSTOS 1999………………..Saat : 03-

 

Uykuya yattığımda, gece ertesi güne sarkmıştı. Bir düş; dar bir yolun parke taşlarına kusarak yokuş yukarı çıkıyorum. Yukarıdan eski bir araba, zikzaklar çizerek bana doğru geliyor. Yolun bir yanı bahçe duvarı, diğer yanında tek katlı evler sıralanmış. Korkuyorum ama yaklaşan tehlikeden kurtulmak için hiçbir şey yapamıyorum. Beynimi tutsak almış olan alkol buna izin vermiyor. Düşüncelerim kilitlenmiş adeta. Jantların çarptığı, evlerin önündeki kaldırım taşlarından ateşler çıkıyor. Araba bana çarpmak üzereyken, ürpererek ter içinde uyanıyorum...Karım ve kızım uyuyor. Soluk alış verişleri gecenin sessizliğini bozuyor. Mutfağa geçip su içiyorum. Esrik bedenimi suyun soğukluğu kaplıyor. İşte o an, su bardağı elimde müthiş bir sarsıntıyla kendimi mutfak halısının üstünde buluyorum. Deprem! Bu, önceki sarsıntılara benzemiyor. O kısa kısa sallayıp geçen. Olanların ayrıdına varamadan üzerime çöken tavanın bir yanını lavabo, fırın, bulaşık makinesinin tuttuğunu görüyorum belli belirsiz. Oluşan eğimli boşluk, o sonsuz ağırlığın altında ezilmemi önlüyor. Toz duman ve karanlık. Yüzükoyun yatıyorum. Dalga dalga soğuk bedenimi yalıyor. Belli ki dışarıya açılan bir delik var. Büyüklüğünü kestiremediğim bu yıkıntıda devinimsiz duruyorum. Sırtım, aldığı ağır darbeden ağrıyor. Korkuyorum. Bir ürperti sarıyor bedenimi. Başıma bir ağrı giriyor. Başım betona çarpmış, yere düşünce. Alnımda kan sızıntısı var ama çabuk pıhtılaşmış ve kanama durmuş. Karımla kızım geliyor usuma... Çıldıracak gibi oluyorum. Kızım daha dört yaşında. Ne kadar yaşadı ki? Hayır! Hayır! Ona bir şey olmamıştır. Tanrı onu korumuştur. Bağırıyorum, sesim çıktığı kadar, ”Oyaa! Nazifeee!” Hiçbir karşılık yok. Çaresizim. Enkazın ayrıdına varıyorum. Toz toprak kokusu genzimi yakıyor. Kollarımı çekiyorum. Ellerimi yüzümde gezdiriyorum. Alnımdaki yaraya elim değince, acıyor. Sırtüstü dönmeye çabalıyorum. Olmuyor. Sol ayağımı çekemiyorum. Çöken tavanın altında kalmış parmaklarım. Daha güçlüce çekiyorum. Bu kez geliyor. Fakat, ezilmiş. Çok acıyor. Dönüyorum. Dizlerimi karnıma çekiyorum, parçalanmış parmaklarımı avucumla sıkıyorum. Hiçbir şey duyumsamıyor uyuşmuş parmaklar. Dizlerim karnıma çekili, bir bohça gibi ellerimle dizlerimi sarıyorum. Bu daracık yerde olabildiğince küçülüyorum. Sessizliği dinliyorum. Ayağa kalkma isteği duyuyorum. Canım ayva istiyor. Şöyle bir dişlemek, ekşimsi buruk tadını duyumsamak istiyorum... Kollarımı uzatıyorum, üstümdeki enkazı kaldırmayı deniyorum. Çok zor, olanaksız. Gücüm yetmiyor. Dışarı çıkma isteği beynimi zonklatıyor. Çaresizlik yüreğimi bir yumruk gibi sıkıştırıyor. ”Çıldırıyorum galiba,” diye geçiriyorum usumdan.Ne denli istiyorum, tüm bunların kâbus olmasını, düş olmasını. Güneşin doğmasını, aydınlığın her yanımı sarmasını ne çok istiyorum. Ama hayır! Her şey gerçek, uyanığım, ayağım acıyor. Ezilmiş ayağım.Tüm bu çektiklerim neyin günahı? Hangi kötülükleri yaptım da bu cezayı çekmek zorunda kaldım? Kendi kendimle hesaplaşmaya girişiyorum. Geçmişimin tüm günahlarını didikliyorum isteksizce. 

(sürecek..)

Önceki ve Sonraki Yazılar