ZULÜM HÂLÂ DEVAM EDİYOR

1970’li yıllar ve biz henüz Üniversite okuyan gençleriz. Ankara İlahiyat Fakültesinde o zamana kadar yaşanmayan bir olay meydana geldi. İlahiyat Fakültesinde öğrenimini sürdüren Hatice Babacan isimli bir kızımız, başörtüsü ile derslerine devam ederken ve fakültenin 3. sınıfına gelmişken birden değişen bir kararla okula ve sınıfa alınmamaya başlandı. Gerekçe olarak da o zaman henüz keşfedilmemiş bulunan “türban” kelimesi yerine “başörtüsü” olarak gösterildi.

Okul idaresi Hatice Babacan’ın okula ve sınıfa başörtülü girmesini yasakladı. Ya başını açarak derslerine devam etmesini veya okula girmemesini istedi.

Bu karara ilk tepki o fakültenin kız ve erkek öğrencilerinden geldi. Arkadaşlarına yapılan bu haksız muameleyi protesto etmek için onlar da derslere girmemeye başladılar.

Derslere girmeyen öğrenciler okulun önünde toplandılar ve bir kalabalığın oluşmasını sağladılar. Bu kalabalığı gören basın kuruluşları konuyu haber yaptılar. Böylece Ankara İlahiyat fakültesinde bir kız öğrenciye yapılan haksız uygulama yani zulüm, bir anda dalga dalga bütün yurda dağıldı. Ve Hatice Babacan ismi ta o yıllardan beri “Başörtüsü zulmünün bir bayrağı, bir sembolü olarak” zamanımıza kadar geldi.

ZULÜM NEDİR

Zulüm, bir hakkın kullanılmasını engellemek veya yasaklamaktır. İnsanın doğuştan elde ettiği bunun Anayasa ve kanunlarımızda yerini aldığı hakkın kullanılmasını engellemek zulmün en açık örneğidir.

Diyanet işleri Başkanlığının da defalarca açıkladığı; “İslam da kızlar ve kadınların evlerinden dışarıya çıkarken başlarını kapatmaları onların inançları gereğidir” ifadeleri de ortada dururken yapılan bu ters uygulama bir zulümdür ve bunu uygulayanlar da hiç şüphesiz zalimlerin ta kendileridir.

Şimdilerde (28.Şubat örtülü askeri darbesiyle) başörtüsünün adını değiştirdiler ona türban demeye başladılar. Yasağın kapsamını genişlettiler. Liselere ve hatta İmam hatip okullarına giden kızların bile başörtüsü takmalarını yasakladılar. Bununla da kalmadılar “Kamusal alan” diye uydurma bir alan tarifi yaptılar. Bu tarife giren bütün alanda kadın ve kızların başörtülerine müdahale ettiler. Memur bir kadın ve kız başı örtülüyse onun işine son verdiler veya onun inancını hiçe sayarak zorla başını açtırarak çalışmasına izin verdiler.

28.Şubatçılar, ayrıca ilkokulları 5 seneden 8 seneye çıkartarak bir gencin ilköğrenim okulunu bitirmeden yani 15 yaşına gelmeden Kur’an Kurslarına kayıt olmasını ve orada eğitim almasını da yasakladılar.

Hâlbuki pedegoglar, “çocuklarda en verimli öğrenim çağı 4 veya 5 yaşında başlayan çağdır” demektedirler. Atalarımız bir çocuk 4 yaş, 4 ay ve 4 günü doldurunca eğitim ve öğretme alır, onun kabiliyetini küçük yaşta keşfederek hayatında olması gerek mesleğe bir an önce erişmesini sağlarlardı.

Nitekim benim torunun Meryem, henüz 5 yaşında olmasına rağmen Kur’an-ı Kerimden o kadar çok yer ezberlemiş ki hayret etmekten kendimi alamadım. İnternette MSN’den ezberlediklerini bana okuyunca kendisine bir öpücük gönderdim. Ha… Benim torunum Türkiye’de değil tabii… Suudi Arabistan Cidde de ikamet etmektedir. Çünkü Nükleer enerji mühendisi olan babasının işi Cidde’dedir.

MEDYA BU ZULMÜ

NEDEN GÖRMEZ

Medyanın dünya da ve ülkemizde gücü çok yüksektir. Adamlar isterlerse “deliyi veli, veliyi deli…” gösterebilmektedirler. Ve ne yazık ki halkımız da kendi imkânlarıyla olayı araştırarak işin hakikatini öğrenemediği için “veli’yi görünce ona burun kıvırmakta ama kendini felakete götürecek deliye dört elle sarılmaktadır”

1997 Haziranın da Refah-yol hükümetinin hükümetten ayrılmasıyla başa geçen CHP-ANAP-MHP hükümeti 28.Şubatçıların isteklerini yerine getirmek için büyük gayret gösterdi. Bütün üniversitelerin ve liselerin önü öğrencilerle doldu taştı. Bir tarafta okula girebilmek için çaba sarf eden başörtülü ve gözü yaşlı kızlar, diğer tarafta onların bu zulme uğramalarına tahammül gösteremediği için okulu ve dersleri boykot eden erkek öğrenciler.

Her bir okulun hemen girişinde oluşturulan “ikna odaları” ile ikna edilmeye çalışılan kız öğrencilerle dolup taşıyordu. Bu arada bir taraftan inancının emrine uymayı isteyen bir taraftan da bu zorbaların engelini aşmak isteyen kız öğrencilerin bulabildikleri bir yol ise “başlarına peruk takarak” okula ve derslere girmeleri olmuştur.

Önümde iki gazete var. Biri benim yazılarımı neşreden Nazilli Adalet gazetesinin 24 Haziran tarihli sayısı. Manşetten verdiği haberde; Tüm Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Karakaşlı’nın “Camilerde yaz Kur’an kurslarında çocuklara verilen Kur’an derslerine 12 yaş altında ki çocukların alınmamasını tenkit eden” bir basın açıklaması…

Diğeri yine manşette ve ön planda gözü yaşlı bir kız öğrencinin yer aldığı; “Ey millet duy! Başörtüsü zulmü devem ediyor” başlığıyla Osmaniyeli Zehra Aldemir’in başörtülü olası sebep gösterilerek LYS sınavına sokulmayan Milli gazete’nin 30.Haziran.2010 tarihli haberi. Gazete haberin devamında Zehra Aldemir’in sınava girerken peruk takmış olduğunu ve buna rağmen sınava sokulmadığını bu haberinde bütün millete sunuyor.

“Trajımız (baskı sayısı) bir milyona vardı” diye övünen gazeteler, siz neredesiniz? Bu haberler sizi hiç ilgilendir miyor mu? Muarızların haberlerini abartarak gösteren ama vaktin hızla geçtiğinden habersiz gazete siz neredesiniz? Ergenekon olmasaydı seyircine takdim edecek bir şey bulamayacağına artık kani olduğumuz o mahut tv kanalı siz neredesiniz?

Allah aşkına… Söyler misiniz bana! 2002 yılı seçimlerinde AKP aldığı büyük oy ile TBMM’sinde yüzde 60 sandalye kazanmasını sebebi neydi? Halkımız bu oyları kendilerine niçin vermişti?

“Bu konuda bedel ödeyemeyiz”, “Bu yüzde iki buçuğun isteğidir” veya “bize yaptırmıyorlar” gibi bahanelerin arkasına saklanarak 2007 seçimlerinde yine büyük oy alan AKP bu arada Reisi Cumhurluğu, YÖK Başkanlığını ve daha birçok yeri kontrolüne aldığı halde niçin hala bu zulümler devam etmektedir.

Şu anda AKP’nin tek başına iktidarının 8 yılı içerisindeyiz ve bu konuda ufukta en küçük bir düzelme ümidi görünmemekte ve zulüm bütün hızıyla devam etmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar