38 yıllık film!

 

 

38 yıllık film.

Koskoca tam tamına otuz sekiz yıl.

Neleri getirdi, neleri götürdü. Kimleri kaldı, kimleri gitti.

Akşamları yorgun argın evime geldiğimde uzandığım divanın üzerinde gözlerimi tavana dikip de,1970’ler den bu yana yaşanan dakikalarım, saatlerim, günlerim bir film şeridi gibi akıp gider gözlerimden.

Yıl 1970.

Öğretmen okulu ikinci sınıf öğrencisiyim.

Elimdeki (hoş, bulabilirsek onu da) naylon poşet içinde birkaç ders kitabı ile Ankara’nın Yıldırım Beyazıt Meydanı’ndan Orman Çiftliği kavşağına kadar kâh otobüsle, kâh yayan gidip gelirim.

Amacım, öğretmen olmak; yurdumun en ücra köşesinde insanlarıma hizmet etmek. Ettik de.

İki antenli treylobüse bindiğimizde rahat bir nefes alırdık. Çünkü, Ulus’u geçip, stadyum yoluna düştüğümüzde içimize bir korku salınıverirdi yayan giderken.

Yolumuza nerede, kimin çıkacağını bilemediğimiz için, hep şüpheli bakardık, sağımıza solumuza.

Hele, Makine Kimya’nın önüne geldiğimizde adımlarımız daha da sıklaşır, tazı gibi koşarak bir hışımla geçerdik Fen Fakültesi’nin önünden.

Bilhassa perşembe günleri yayan bile geçemezdik buralardan. Okul devamsızlığımın büyük bir kısmı bu yüzden olurdu. Okula gitmezdin perşembeleri, korkudan.

Fen Fakültesini şimdiki Gazi Üniversitesi’ne  bağlayan caddeye geldiğimizde de besmeleler çekmeye başlardık. Kurşunların nereden geldiği belli olmazdı da canımızı zor kurtarırdık kavga içinden.

Ya, işte tam tamına 38 yıl.

O günlerde tanışmıştık anarşi ile. Terör ile. Gerçi adı o yıllarda öğrenci olayları diye geçiyordu ya, anarşi idi sonunda.

Olaylara katılanların çoğunluğu da ya memur ya da fakir köylü çocuklarıydı. Aynen şimdi oynanan oyunlar gibi.

Yine şehitler geliyor.

Hem de topluca.

Bakıyoruz yine benim garibanlarımın çocukları.

Bir tarihte bir yazı yazmıştım. Gazetelerin birinde gündeme oturmuştu.

İsmine de “ EY KIRAVATLI BEYLER” demiştim de, bir çok yerlerden tebrik almıştım.

Aynısını bir daha mı yazsam ne?

Ya da okuyanların anladığı dilden yazmamışım demek ki de, yine şehitlerimizin geldiği yerler ya köyler, yada gariban gecekondu mahalleleri.

Kıravatlı beylerimiz ne yapıyorlar.

“Çok üzüldük.Milletimizin başı sağ olsun.”

“Sınır ötesi operasyon yapılsın mı, yapılmasın mı?”

“Mecliste sınır ötesi ile ilgili açıklamalar gruplar tarafından yapılsın sonra oylansın.”

“Altınoluk’a milletvekilleri?? Alınmamış, ayıp oluyor.”

“18 kişi terör örgütünü tanısın mı, tanımasın mı?”

“Aktütün katliamında sorumlular komutanlar mı, yoksa başka parmaklar mı var”

“Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez.”

“Bu yol uzun yoldur, soluklanmak lazım.”

Kim söylüyor bunları.

Beyler.

Beylerin çocukları nerede diye bakıyorum da, aklıma yine 38 yıl önceki günlerim geliyor.

38 yıl önce de böyleydi.

Beylerin evlatları ya gemi ticareti yapıyorlardı, ya şirket kuruyorlardı, ya da ülke dışında okuyorlardı.

Allâh vermesin, illa onların çocuklarından da şehit istiyoruz diye yakınmıyoruz.

Ama kardeşim yeter artık. Hiç olmazsa ellerinizi taşın altına sokun. Şehit olanlar da sizin çocuklarınız değil mi?

Çözün şu baş belası PKK’yı. Bitirin artık “yarına nasıl çıkacağız” endişesi ile verdiğimiz yaşam savaşını. Rahat bir nefes alalım.

Söylettirin şu kuş beyinli 18 kişiye PKK’nın terör örgütü olduğunu bitsin bu kan denizi.

Bir de söyleyin onlara, yüzlerinde birazcık gülümseme olsun be. Çıktıkları ekranları fikirleri kadar suratlarındaki kin de karartıyor.

Kime hizmet ettiklerini anlatın onlara açık açık.

PKK’nın şehit ettiği onlarca Güney Doğulu evladı, Vanlı, Siirtli askerlerimizi söyleyin de kime hizmet ettiklerini anlasınlar.

Ha.. birde o 18 kişinin kaç tanesinin çocuğu PKK ile birlikte dağda imiş, onu sorsunlar.

Duyduğuma göre, onların çocukları da iş adamı oluyormuş.

Meclisten 18’e karşın 511 oyla geçen tezkere kararını alkışlayamıyorum.

Çünkü o meclis çatısı altında 18 tane hain var.

Birde, şu oylamaya katılmayan 13 adet AKP li vekili sorsunlar. Nerenin vekilleri imişler ve ne için katılmamışlar. Tabi CHP ye de sorsunlar. Sizin vekiller neredeydi diye.

Çünkü PKK mecliste 100’e yakın vekilimiz var diyomuş da.?

Yıllarca “aman sende” deyip, bütün insanı kuruluşları bir takım insanların ellerine teslim ettik.

İşte en önemlisi ve devletin güvencesinde olan, İnsan Hakları Derneği.

Başkanına saldırı yapıldı diyerek, gazeteler köşelerinde yazmadık yazılar bırakmamışlardı. Şimdi utanıyorlardır her halde yazdıkları yazılardan. Çünkü 18 kişi içinde o da vardı.

O saldırıyı yapanlar şimdi ERGENEKONCU diyerek yargılanıyordur belki de.

İşte olayları yaşadıkça tam tamına 38 yıl geriye gidiyorum.

Telsizlerde yediğim dayağı, Tandoğan’da kurşunlardan kaçışımı, Ortadoğu bahçelerindeki silah depolarını, banka soygunlarını ve kot pantolonu giyiyor diyerek okula sokulmadığım günleri hatırlıyorum.

Tam 38 yıl. İşte bu yıllar başlamıştı Türkiye’yi bölme plânlarının çizimi.

Bölücülük yapmaya, sağcı-solcu diye başlandı; sözün bittiği yere gelindiğinde TÜRK-KÜRT sorunu oluşuverdi.

Bu gün yine safsaladım değil mi? Sanki bunları kimsecikler bilmiyormuş gibi. Dün Tandoğan’da polise kurşun sıkanların filizleri dün Diyarbakır’da yeşerdi. Beş tane aslanımı şehit ettiler kahpeler.

Dün teröre finans elde edebilmek için banka soyuluyordu, bu gün devlet soyuluyor.

Dün iş adamlarından haraç isteyerek halkın nefretini kazananlar bu gün halkı sorguluyor.

Dün kurtarılmış bölgeleri ilan edenler, bu gün devleti bölmeye çalışıyorlar.

Biz ne yapıyoruz.

Biz ya hükümeti karalıyoruz, ya da askerimize çamur atıyoruz.

Verdiğimiz vergilerle de hainleri besliyoruz. İmralı’da kurbanlık bakıyoruz. O nu krallığa hazırlıyoruz. Öyle değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar