BELLEKTE GÜNCE (3)

 

-2013’te Neler Söyledik,

Neler Yazdık, Neler oldu?-

Yüzünüzün dönük olarak girdiğiniz her sokak alır sizi, kentin içine götürür. Kıvrılır, döner, kesişir, ayrılır, birleşir yollar ve kenti bir ağ gibi örer yollar. Bazen bir çıkmazda son bulur, bazen de kentin bitişine…

Köprübaşı’ndan Söke içine yürüyorum. Her zaman ki olağan yürüyüşten farklı bu kez. Tüm dokusunu gözlemleyerek, adım adım, karış karış sindirerek.

Caddenin ilk bankası çıkıyor karşıma, bankamatik yoğun kaldırım işgal edilmiş olsa da, yayaların park eden otolarla banka müşterileri arasından geçişteki zorluğu kabullenişi, bize özgü bir hoşgörü türü olmalı. Herkes halinden memnun, oysa geniş bir kaldırım ve taşıtlardan arınmış bir cadde pek de hayal olmasa gerek. Ha örneğin, caddeyi üstünde gondollarla tur atılan ve boydan boya akan bir ırmak olarak düşlemek ütopya olabilir ama trafiğe kapatılmış bir sevgi yolu oluşturmak hiç de olanaksız değil bence. Artık kentime güveniyorum projelerinin hızla gerçekleştiği günümüzde bunun çaresizliğini kabullenmek çok zor. Çünkü kentimi seviyorum ve kentime güveniyorum.                                                                                                                                 

Solda börekçi ve tatlıcı birbirini tamamlamış uyum içinde görünüyor.  Caddenin yüz akı, yenilenmiş tarihi pasaj,  TC’nin kaldırılması tartışmalarının yapıldığı şu günlerde adının söylenmesi insana bir ferahlık veriyor.   ”Cumhuriyet Pasajı” Bakımlı hali tertemiz. İçinden geçip, Belediye’ye çıkmak, tarihi solumak gibi. Yapının yıllardır tanık olduğu olaylar, gizemi ile sarıyor insanı. Vakit uygun olsa, geçmişten günümüze tam bir meyhane havasını yaşayabileceğimiz  üst kattaki lokantada iki tek atmak çok keyifli olabilirdi. (…)

“ İstasyon  caddesinde trafikte yoğunluk sürerken, park yasağına alışmak biraz daha zaman alacak gibi görünüyor. Cumhuriyet pasajında bir hareketlilik başlamış sanki. Boş dükkanlar azalırken. Caddeye taşan renk renk çocuk giysileri alıcılarını bekliyor. Bence değişik bir hava solumak isteyenlerin pasaja bir uğrayıp, tarihin o yıllanmış havasını solumasını  tavsiye ederim.”

Trafik hızla akıyor. Dolmuşların, durakta zaten beklemekte olan müşterilere, gereksiz yere çaldıkları “ben geldim” kornaları olmasa keşke.  Fark edilmemekte direnilen eksoz kirliliğine bir de gürültü kirliliği eklenince, insanın “gereksiz yere  korna çalma, gürültü kirliliği yapma şoför amca!” pankartları asma isteği artıyor.                                                                                                                                     

Caddeyi sağdan kesen ilk sokak, özgün sandığıyla mesleğini önemsediği belli olan, ayakkabı boyacısı öğle çayını yudumlarken belki de ilk müşterisini bekliyordu. Eskiden ayakkabı boyatmak bir merasimdi. Hazır boyalar çıktı, mertlik bozuldu. Nerde bir boyacı görsem beni alır, çocukluğumu yaşadığım boyacılarıyla ünlü Edirne’ye götürür. Belediye parkında ayakkabılarımı keyifle boyattığım boyacı tanışlarım var. Bu lostra kulübelerini kim düşünüp gerçekleştirmişse teşekkür etmek gerek. Biraz çeki düzen verildiğinde ve bakımsızlık giderildiğinde,  turistlerin ilgisini çekecek mekânlar haline gelebilir buralar. Bakımsızlıktan kurtarıldığı ve amacına uygun kullanılmayışı önlendiği zaman elbette.                                                                                                  

“ Asmalı sokak girişinde boyacı sandıkları ikilendi. Soldaki milyoncu kapandı gitti.  Belediye parkındaki  ayakkabıcı kulübelerinde düzensizlik sürüyor.  Havaların soğumasıyla birlikte park müdavimleri oldukça azaldı. Belediye bandosunun Çarşamba konserleri de Hükümet meydanındaki alana taşınması uygun olmuş. Dolmuş duraklarını ayıran akzıklar bence görüntü kirliliği yaratmışlar. Hele park yasağı konduktan sonra duraklardaki park edişleri önlemek daha kolaylaşmış olması gerekir. Bir de durakta yolcular bekleştiği halde, korna çalma gereği neden duyuluyor anlamak zor. Dolmuş şoförlerini, bu gereksiz korna çalma konusunda uyaracak birileri olmalı. Haksız mıyım?”

Parlak  Antep sandıklı sempatik boyacının arkası sıra dizilmiş taşıtlar, asmalı sokağın o mistik havasını bozmuş. Oysa oradaki eski yapılar,  çay evlerine, aş evlerine ve dinlence mekânlarına dönüştürüldüğünde kentin huzur veren sokaklarından birisi olabilir. Karşı sokak Belediye önüne çıkıyor. Parke taş yakışmış. Sağlı sollu dükkanlar uyum içinde. Sokak tertemiz. Tabelalara biraz daha özen gösterilip birleştiği meydanla bütünlük sağlandığında, çıkışındaki parkın verdiği rahatlığı yakalayabilirsiniz.Bu güzel caddede yenilenecekse eğer, asfalt yerine parke taş döşenerek yenilenmelidir. Kentin en işlek caddesi olma özelliğini taşıyan bu yere de pek uygun düşmemektedir.                                                                                                  

İnsanların aktığı kaldırımda; her Çarşamba sayıları biraz daha artan, günlük hayatın akışı içinde bildik, duygu sömürüsü amaçlı sözleriyle kendini fark ettirmeye çalışan, biri kucağında, biri yanında iki çocuğuyla dilenci kadın. Ülkemin hak etmediği yoksulluğun dışa vurumu. Oysa bu ülke, potansiyelini iç ve dış sömürücülerden arındırdığında, adil bir yönetimle yüz elli milyon insanına kuzey ülkelerinden farksız insanca, çağdaş bir yaşam sağlayabilir.

Bu kadın sürekli bu cadde üzerinde olmasına karşın fark edilmeyişi, kenti kendi aralarında parsellemiş genç, yaşlı ondan fazla kadının, özellikle Çarşamba günleri esnafı rahatsız edişi, günlük yaşam içinde kimsenin gailesi olmadan yaşananların bir parçası haline gelmiş durumda. Hatta bu işi geçim kaynağı durumuna getirmiş bir köyden her Çarşamba bir dolmuş insanın kente getirildiğini söyleyenler var.

Herkes hayatından memnun.

Oysa son yıllarda süper bir kalkınma sağladığı savunulan ülkemizde yoksulluğun bir göstergesi  dilenciler. Bir köşe yazısında okumuştum; Ülkemizdeki duygu sömürüsü sektörü, bizden aldığı bir çok ödünlerin karşılığı olarak Avrupa Birliği’nin bize hibe ettiği yardımların seviyesinden çok fazla olduğunu ve milyon Dolarlara ulaştığı anlatıyordu, yazar. Elbette “Deniz Feneri” paraları bu miktara dahil edildi mi bilmiyorum.

Dilencilerle mücadelede, yerel yönetimlerin Zabıta görevleri arasında bulunduğunu sanıyorum.

 Belediyemizle de ilgili, zaman zaman “DİLENCİLERE GÖZ AÇTIRMIYOR” haberlerine rastlıyoruz ama ne çare  hemen hemen ülkenin her kentinde; “Genellikle şehir dışından gelip halkın manevi duygularını sömüren dilenciler ekiplerimizin rutin düzenlediği operasyonlarla yakalanıp memleketlerine gönderiliyor. Özellikle cami, hastane gibi halkın işlek kalabalık olduğu yerleri mesken tutan dilencilere ekiplerimizin istikrarlı çalışması fırsat vermiyor. Halkımızın bu insanlara karşı dikkatli olmaları bu tür olumsuzluklarla karşılaştıklarında …numaralı telefonu  arayarak ihbar etmelerini rica ederiz.” türünden duyuruları görmek mümkün.

Sosyal politikalarla yoksulluğu gidermedikçe, nimet külfet dengesini sağlamadıkça sorun çözülmeyecek gibi görünüyor.

Kentimizdeki Sivil toplum örgütlerimizin, yardım derneklerimizin, Kadın Meclisi’mizin bu konuda duyarlılık göstermesi, küçücük çocukların örselenmesini önleyecektir. Gerçek anlamda ihtiyacı olanla bu işi meslek haline getirmiş olanların ayrıt edilerek gerekli önlemlerin alınması elbette yerinde olacaktır. Bu sorunun çözümü de  yerel yönetimin sosyal politikalarıyla özdeşleştirilmelidir.

Çünkü var olan durum, ne Söke’mize ne de düşlediğimiz “sevgi yolu” na yakışmamaktadır.

“ Yetkililerin dilenciler konusunda eli-kolu bağlı herhalde, duyarsızlık sürüyor. Havaların soğuduğu şu günlerde dilenen  kadınlar sanki daha bir çoğalmış gibi görünüyor, yazın sıcak günlerinde duvarlara dayanmış yaşlı amcalar artık yoklar. Ve yanlarında titreyen bebelerle ilgili olarak sosyal projeler üstlenmiş kadın örgütlerimiz, parti kadın kollarımızın bu konuya bir el atmalarının gereğine bir kez daha vurgu yapmak istiyorum.”

Açıklama:                                                                                                                                          

- Bu gözlemlerim ve önerilerim, bütün şehrin yüz binlik metropol ilçesi olmaya aday “akıllı kent” Söke’mizin değişimin doğum sancılarını çektiği şu günlerde çok küçük ayrıntıymış gibi görünebilir ama unutmayalım “gerçekler ayrıntıda gizlidir.” Ve küçük sandığımız her şey çok büyük şeylerin parçasıdır…” esen kalınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar