OYHAN HASAN BILDIRKİ

OYHAN HASAN BILDIRKİ

BİR GECENİN SONUNDA

 

* Önceki sayıdan devam

Veli’nin asker ocağından kaçışı, Kasım Ağa’yı vuruşu, bütün çevrede dal budak salmıştı.

Aradan hayli zaman geçti. Veli, bir daha köye dönmedi. Ama Fadime, arkasında iki yavrusu ile köye geri çıkageldi. Çökmüş, bitmiş, saçlarına aklar düşmüş, dillere destan olan güzelliğinden eser kalmamıştı.Önceleri, “dikkat, tehlikelidir” diye bütün yurtta aranan Veli, şimdilerde aranmaz, kendisinden söz edilmez olmuştu. Köyü ile olan her türlü bağını kesip atmış, boğaz tokluğuna, o kapı senin, bu kapı benim diye, tozup koşar olmuştu.

Başkaları onun sırtından küplerini doldurdular. Doymak bilmeyen bir açıkgöz, yanaşmalarından birini, Veli’nin koynuna soktu. Bu yasak evlilikten, iki oğlu doğdu. Onlar da babalarının yanında, açıkgöz ağanın kapısında karakullukçu oldular. Veli, boş yere, faydasız yere, yandıkça yandı.

Oğullarının kaderini değiştirmesi imkânsızdı. Onlara kimlik kartı bile çıkaramamış, büyüğünün okul çağının geçmesine göz yummuştu. Avluda, civcivlerini korumaya çalışan tavuğu seyretti.

- Sende erkekliğin zerresi kalmamış, be Veli! diye söylendi. Sen, bu hâllere düşecek adam mıydın? Hani okumuş çocukların olacaktı? Hani, başın yukarda, alnın açık dolaşacaktın? El içine karışıp, adam sırasına girecektin? fiimdi niye, böyle köşebucak insanlardan kaçışın? Haberleri bile dinlemez oldun. Arananlar listesinde adın çıkacak diye, ödün kopuyor, ödün! fiu anaç tavuktaki cesarete bile sahip değilsin.

Veli, kendi kendisiyle kuşluk vaktine kadar konuştu. Ölçtü, biçti. Karar verdi. Oğullarını öpüp kokladı. Balıkesir’e indi. fiehrin kalabalığına çıkmak, onu, bir tuhaf hâle soktu. Her duyduğu ses, yüreğini hoplatır oldu. Sıkıntılarını, çektiklerini unutmak için, uzun uzun vitrinleri seyretti.

- Dünya varmış be, diye düşündü. Yaşamak, ne kadar güzelmiş!

Akşam güneşi, vitrin camlarına vuruyor, alev alev yanan camlar, arkalarındaki eşyaları daha da güzelleştiriyordu. Yavaş yavaş, el ayak çekiliyor, caddeler tenhalaşıyordu. Askerle dolu bir cemse, caddenin başına yanaştı, durdu. Birer ikişer askerler inerek, nöbet yerlerini almaya başladılar. Veli, gözlerini vitrinden ayırmaksızın, onların her hareketini kolladı. ‹lktir askerden kaçtığına yandı, hayışandı. Askerî cemse hareket etti.

Veli’nin yüreciğinde bin bir soru, düğümlendikçe düğümlendi. Köşe başına yeni gelen nöbetçi er, sağa sola baktı. Veli’yi gördü. Ona doğru yöneldi. Veli, yaklaşan tehlikeyi sezdi. Oradan hızla uzaklaşmayı düşündü. Fakat, adım atacak gücü, nedense kendisinde göremedi. Sanki ayakları, olduğu yere, mıh gibi çakılıp kalmıştı. Soğuk soğuk terlediğini anladı, bunaldı. Talimli adım sesleri kendisine yaklaştı. Buyuran bir ses;

- Hışt, hemşerim! dedi.  

Veli, sese döndü. Zor anlaşılır bir şekilde;

- Ne var? diyebildi.

Beriki;

- Kimliğin yanında mı? diye sordu.

- Ne kimliği?

- Anlayacağın, kafa kağıdı…

- Yok!

- Yok mu? Be hemşerim, hangi çağdasın?

Veli’de çağını bilecek hâl mi kaldı. Geçende ağasının bir konuşmasına kulak kabartmıştı. Oğlunu şehre gönderirken, sıkı sıkı, kimliğini soruyor; “Sakın ha, yanına alamamazlık etme!” diyordu. “Alt tarafı, gömlek cebine sığacak bir kâğıt. Lâkin yoklamada üstünde çıkmayıverir. Doksan gün, anadan babadan, çordan çocuktan olursun. Kendini delikte bulursun.”

Veli, yok demişti ya, yine de sağını solunu karıştırmadan yapamadı. Etraşarını birkaç meraklı sardı. Yalvarıp yakarmanın da faydasız olacağını biliyordu. ‹nine duman verilmiş ayı gibiydi. Çırpındıkça, kimliği ortaya çıkacak, kim olduğu artık anlaşılacaktı.

‹kinci bir asker, meraklıları yardı. Vardı, yanlarına geldi. Tam bu sırada, köşe başından kendilerine doğru gelen bir askerî cip belirdi.

- Ne var orada?

Soruyu ilk asker karşıladı;

- Kimliği yok bunun, komutanım!

- Ya, demek öyle. Gönderin buraya.

Veli, cipin arka tentesini kaldırdı, bindi. Askerî cip hareket etti.

Meraklılardan bazıları;

- Yazık oldu adama, dedi.

Bu arada kimliksiz olup da sıvışanlar az değildi. Fakat nedense gökten yağan kasnaklardan ilki, Veli’nin boynuna dolanmıştı.

Merkezde yapılan sorgulama çabuk bitti. Bu sorgulama sırasında Veli’nin asker kaçağı olduğu ortaya çıktı. Derhal kâğıtları hazırlandı. Yanına bir inzibat eri katıldı. Kışlasına, kalan askerliğini tamamlaya, geri gönderildi.

Veli, hafişemişti. Yüreğindeki korkuların çoğu dağılmış, yerini ılık umutlara bırakmıştı. Meşhur 1974 affıyla da, Kasım Ağa dosyası kapanmış, Veli, o zamandan beri boşuna yanmıştı.

‹nzibat eriyle Veli, Ankara garında ikinci bir arabaya bindiler. En gerideki beşli koltuğa oturdular. Otobüs, az sonra hareket etti.

Artık, korku dolu günler geride kalmıştı.

Veli, ilktir korkusuz olmanın güveni içindeydi.

Hele yaşamak?

Korkusuz olmak? Ne kadar güzelmiş!..

Bağarası, 1981 Ağustos

Önceki ve Sonraki Yazılar