Bu adam senatörmüş...

 

 

Mayıs  1980 de, Araştırma Komisyonumuz Diyarbakır Pirinçlik Üssü’nde incelemelerini bitirdikten sonra askeri uçakla Ankara’ya dönmek üzere ayrılacaktık. Karargah binası önünde Kolordu Kumandanı General ile subaylar, komisyon üyeleri olan senatörleri uğurlamak için sıraya girmişlerdi. Hepsi esas duruşta bekliyorlardı.

Bizler de komisyon başkanımız Hilmi Fırat’ın arkasında sıralanarak vedalaştık ve teşekkürlerimizi sunduk. Elimizi sıkan subaylar sonrasında ellerini şapka siperlerine götürüyorlardı. Karşılıklı görev yapmanın sevgi ve saygınlığı içinde ayrıldık.

Aradan üç ay geçmişti. Yazlık evimizde idim. Ailecek alış veriş için İzmir’e gidecektik.

Çarçabuk kahvaltımızı yaptık. Evimizin önünden arabamıza binerek yola koyulduk. 3 km. sonrası  Nebioğlu Tatil Köyü kavşağında, çok miktarda jandarma askerlerini gördük. Kaza olmuş galiba dedi çocuklarım. Yavaşladık. Önümüze çıkan kolunda sarı sırmalı bir astsubay, elindeki silahı bizlere doğrultarak durmamızı işaret etti. Durduk. İşaretle pencereyi aç talimatı verdi. Pencere kolunu çevirerek açtığımda, astsubayın  sertleşmiş çehresini gördüm. Haşin bir ses ile,

- Yasak ! Sokağa çıkmakta yasak ! Derhal geri dön. Radyonu Televizyonunu aç dinle, talimatını verdi.                 

Önceki yıllarda ihtilaller darbeler görmüş ve yaşamış birisi olarak talimatı uyduk. .

Kimileri bu olayları darbe diyordu kimileri de ihtilal. İsyan diyenlerde vardı. Herhalde onlara benzeyen olaylardan birisi olsa gerek diyerek geri dönüş hazırlığı yaparken oğlumun açtığı araba radyosundan, askeri emirlerin verilmekte olduğunu duyduk. Meğer 12 Eylül harekatı gerçekleştirilmiş. Üç ay önce generaller selam duruyordu. Üç ay sonra astsubaylar ellerindeki silahlarla emir veriyordu.

Hemen evimize döndük. Hakikaten sokaklar bomboş idi. Sadece Balıkçı Hüseyin teknesinin başında bir şeyler yapıyordu.Televizyonu açınca, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunu bildiren emirler, devletin ve yönetimin el konulduğunu, aranan ve toplanan siyasilerin isimleri tekrar edilip duruyordu.          

Alış veriş için gideceğimiz İzmir düşüncesinin yerine bu kez, toplanan milletvekilleri arasında benim de ismim sayılabilir düşüncesi ile, evimizde en çok kızım Adalet, heyecanla televizyonu izliyor ve dinliyordu. Aysel’e döndüm,

- Ne olur ne olmaz, sen küçük valiz içine çamaşır, gömlek çorap gibi  gerekli olacakları yerleştiriver hazır olsun demiştim.

Aysel, gözleri yaşlı olarak başladı hazırlığa. Kulağımız televizyonda. Oğlum birden bağırdı.

-”Baba   … amcayı da götürdüler” dedi .

Üç gün daha bekledik yazlık evimizde. Baktık ki arananlar arasında değiliz, içimiz biraz rahatladı. Ama neler olmadı ki. Liderlerden ikisi (Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit ) Hamzakoy’a götürüldü. Necmettin Erbakan’da bizim yazlık evin karşısındaki Uzun Ada’ya getirilmişti. Politikanın sivrilmiş isimlerini de Zincirbozan’a topladılar. Bazıları da Ankara da misafir edildiler Merkez Komutanlığında. Güya halkın, aylardır Cumhurbaşkanı seçemeyen bu seçilmişlere karşı büyük kinleri varmış. Linç edip öldürebilirlermiş. Seçilmişlerin hayatlarını korumak için tutuklanmışlar.

Bu gerekçeleri ileri süren Marmaris’teki yazlık evinde oturan beşibiryerdelerden önde geleni sonraki yıllarda dul kalınca evlenip evlenmeyeceğini soranlara,

- Evlenirsem dul kadın almam lazım. Gece yatağa girdiğimizde o eski kocasını düşünecek ben de ölen eşimi düşüneceğim. Yatakta olacağız, dört kişi onun için evlenmem…

Bu gerekçelerle bekar kalacağını anlatıyordu.. Tutuklama karar gerekçesi gibi evlenmeme gerekçesi. O şimdi Muğla ilçelerinde. Bunca yıl geçti, halkın linç edebileceği seçilmişler tekrar seçildiler. Bu gün dahi meclisin içindeler.

İstanbul’da yasal bir mitingin misafiri olarak gidenler bile ‘Neden gittiniz’ gerekçesi ile tutuklanmışlardı.                                                                                                                              

Yazlık evimizde kalmanın anlamı kalmamıştı. Ankara’ya giderek yeni hayatımızın koşullarını çizmeği düşünelim dedik. 16 Eylül 1980 günü  Çeşmealtı’ndan arabamıza zorunlu eşyaları yükleyerek erkenden  yola çıktık. Bu kez rahattık. Arananlar arasında ismimiz yoktu. İzmir şehir içinde kavşaklarda askerler boldu ama bizi sadece ışıklar durduruyordu.                                  Bornova içinden geçiyoruz. Tam kurtulduk dediğimiz anda Manisa yol kavşağına ulaştığımızda, askerlerin yoğunluğunu gördük. Her araç durduruluyordu. İzmir’e giren ve çıkan. O tarihlerde bu kavşak şimdiki gibi alt üst geçitli değildi. Ortada bir göbek, asfalt yol  kenarları toz toprak.

Bir asker, omuzun da silah, elinde üzerinde DUR yazan bir levhayı burnumuza sokarcasına uzattı. Hemen  arabamızı toprak zemine doğru çekerek durduk. Kolları kırmızı şeritli bir çavuş yanımıza sokuldu. Emre muhatap olmamak için araba penceresini açmıştım.

Çavuş sert bir tavırla ;

- Hüviyet, ehliyet ve ruhsatını çıkar ! * Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar