Herkes “Oh” mu dedi?

 

 

Anayasa Mahkemesi’nin Ak Parti’yi kapatmama kararını açıklamasından sonra; yapılan yorumları hep beraber izliyoruz. Ben de sabrınızı zorlayarak, partili kimliğimden tamamen soyut bir şekilde; yapılan yorumlara kişisel yaklaşımımı eklemek istiyorum. Çünkü mahkemenin tek başına sağduyudan yana bir tercihte bulunması; yaşadığımız krizi çözmeye ve krizden demokratik kazanımlarla çıkmamıza yetmeyecektir.

Mahkeme başkanı “hangi düşünceden ,hangi inançtan olursa olsun bütün toplum katmanlarının birlikte yaşama şartlarının sağlanması için gerekli gayreti gösterdiklerini” ifade ettikten sonra kararı açıkladı. Ve sonra olana bakar mısınız? Bir yanda “demokrasi kazandı” diye çılgınca sevinen arkadaşlar, diğer yanda “Mahkeme’nin bir üyesi hariç tüm üyeleri Ak Parti’nin laikliğe karşı  odak olduğunu  tespit etmiştir” söylemi. Demokratı olmayan bir ülkede demokrasiyi nasıl yaşatacağız diye geçirdim içimden. Mahkeme çağdaş demokrasiyi kurmakla ilgili sorunları çözmek zorunda kaldığından şikayet edip  siyaseti göreve çağırırken; siyaset kurumu kamplarında maç skoru havası… Oysa başka Türkiye yok ve birlikte yaşamaya tahammül etmek zorundayız.

Başbakan gerek 22 Temmuz akşamı, gerekse dün akşam yaptığı açıklamalarda bütün samimiyetiyle “her türlü ayrımcılığa karşıyız; milletimizi, siyasi tercihi bizden yana olsun olmasın, bir ve bütün olarak kucaklayacağımızdan kimse kuşku duymasın… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz için durmak yok yola devam” dese de; birileri “hadi canım sende” diyerek kendisini 6 yıldır hiç bitmeyen bir samimiyet testine tabi tutmaktadır. Evet ülkemizde demokrasi ve uzlaşı kültürü henüz zayıf. Bir taraf uzlaşıdan sadece “benim mantığımla düşünmelisin” dayatmasını  anlasa da; Ak Parti tarafının da “galiba ortaya çıkan cepheleşmiş tabloda bizim de hatamız olabilir” özeleştirisini yapması gerekir.

İnsanların birbirini “ötekileştirdiği” bir ülkede demokrasiyi yaşatmak çok güç. Bir taraf totaliter ve militan bir laiklik yorumunda ısrar ediyor. Ak Parti’nin “laiklik devletin bütün inanç ve inançsızlıklara eşit mesafede olmasıdır” çağdaş yorumunu  Türk ve İslam dünyasında geçersiz ve tehlikeli bulmakta. Bütün sıkıntı emin olun bu konudaki anlayış farkında. Oysa yapacak çok işimiz var.

Tam bir toplumsal uzlaşma ile anayasa denen sözleşmeyi yenilemeliyiz. “Sen kurucu meclis değilsin, anayasa yapamazsın” anlayışı demokrasimizi yüceltmez. Yasaklar kumkumasından ibaret Siyasi Partiler Kanunu’nu katılımcı ve özgürlükçü bir yapıya kavuşturmalıyız. Seçim sistemimizi değiştirip “dar bölge-tercihli oy” ile genel başkanların vekillerini değil tam bağımsız denetim ve yasama meclisinin “millet”vekillerini seçebilmeliyiz. Acı ama tuhaf bir yapımız var. Başkanlık sistemine geçip yürütmeyi ayrı seçemedikten sonra  “yasama-yürütme-yargı” erklerinin birbirinden  ayrılığı ilkesini hayata nasıl geçireceksiniz. Yasama ve yürütmenin iç içe geçtiği yapıdan olsa olsa bugünkü gibi vesayetçi bir yapı çıkar.

Madem ki Ak Parti’yi bu millet iktidar yaptı bu işin mazereti olamaz. Ak Parti’nin demokrasimizin atlattığı bu badireyi bir fırsata dönüştürmek ve gerekli dikkati, özeni  göstererek; çağdaş değişimi ve dönüşümü yeni bir mutabakat zeminine taşıması gerek.

Bunun tek yolu var. Her kesimin ama herkesin Anayasa Mahkemesi’nin gösterdiği sağduyuya sahip olması. Birbirimizin hataları üstüne siyaset yapmak yerine birbirimizin yanlışını düzelten olmalıyız. Yazımızı hislerimize tercüman olması gereken bir alıntıyla bitirmek istiyorum

Güngören’deki canice saldırı üzerine; 31 Mayıs 2008 tarihli köşe yazısında Hüseyin Gülerce hepimizin kendine sorması gereken can alıcı soruyu dillendiriyor. 

“Bizim millet olarak aramızda ayrılıklar yoktu. Yarım asırdır içimize bir yığın fitne sokuldu. 27 Mayıs darbesiyle milletin sevdiği bir başbakan ve iki bakan asker eliyle astırıldı. Milletle ordusunun arası açıldı. Bu işin arkasındaki asıl güç kimdi? Gençlik, kurdurulan sözüm ona öğrenci dernekleri vasıtasıyla bölündü, kardeş kardeşe vurduruldu. Her gün onlarca üniversite öğrencisi katledildi. Sonradan öğrendik ki, aynı gün aynı tabancayla bir solcu, bir sağcı öğrenci öldürüldü. Ama asıl azmettiren güçler kimdi, kim bizim gençliğimizi birbirine kırdırdı? Türk-Kürt-Laz-Çerkez-Boşnak-Ermeni asırlardır birlikte huzur içinde yaşıyorduk. PKK’yı kim kurdurttu? Öcalan’ı kim yetiştirdi, kim himaye etti? Ulusalcı geçinen Doğu Perinçek’in, Prof. Yalçın Küçük’ün PKK kamplarında bu katille canciğer olmasının asıl anlattığı neydi? Bizi kim Sünni-Alevi veya laik olanlar ve olmayanlar diye bölmeye çalışıyor. Taşeronlara değil, onları kullananlara kafa yoralım. Bu milletin kendi değerlerine sahip çıkarak ayağa kalkmasından asıl kimler, hangi ülkeler, hangi mahfiller rahatsızlık duyuyor? ”   

Önceki ve Sonraki Yazılar