İNCE ÇİZGİ

 

 

Sapla samanın her daim karıştırıldığı bir ülkede, meydanı boş bulanlar atıp tuluyor. Halkı kandırmak yükselen değer olmuş. Kandıran kandırana. Kendi çevresinde despot olanlar bakıyoruz aday olduklarında demokrat kesiliyorlar. Herkesin her konuda bir fikri var. Aklına gelen yazıyor çiziyor.

Bilgi birikimi olmayanlar fikir beyan ediyor. Doğrularla yanlışlar iç içe girince ayıkla pirincin taşını. Ayıklayabilirsen. Hangi partiden olursa olsun, biraz demokrat, biraz hümanist, biraz çoğulcu ve biraz insan olan kim olursa olsun hemen başını yiyorlar.

Kitleleri ayrım gözetmeksizin kucaklamak isteyen kim olursa hemen önü kesiliyor. Varsa yoksa ben duygusundan kurtulamıyor insanlarımız. İşte en son bu ben/biz duygusu sonunda UFUK URAS’ın da başını yedi. ÖDP nin yüzyıllar sonraki tek milletvekili artık partisinin başkanı değil. Neden mi? Belki geniş açıklamayı bazı arkadaşlarımız yapar. Tam da seçim öncesi parti başkanı neden değiştirilir. Ya da parti başkanı değiştiğine göre seçim stratejisi de değişti mi.

Her yanı kırıp geçirerek büyük bir seçim ve seçmen rüzgarı yakalayacak olan arkadaşlarımızdan ses seda yok. Dün aynı dairenin içinde olup dışarıda olanları suçlayanlar bugün kendileri dairelerinin dışında duruyorlar. Büyük ittifak çöktü mü bilinmez.

Seçimler öncesi en iyi reklamı MHP adayı sayın Yusuf Keremit yapmakta. Her gün gazetelerde boy boy resimleri ve hemen yanıbaşında da Söke için yapacağı planlar projeler. Öyle projeler ki, yapılması mümkün olamayacak ya da kaynak bulunamayacak planlar. Örnek mi. Gazetemizin 7 Şubat 2009 Cumartesi sayısına bakın yeter. Arka sayfadaki reklamda Söke çayının ıslahından, ticaret merkezi ve sosyal hizmet evi, ve mağazalar sokağı ile ilgili projeler. Projeler istemediğiniz kadar çok. Ama maliyetinin ne olduğu hiç yazılmıyor Yapılabilirlik oranı belirsiz. Bir beş yıl için hizmet etmeye yönelik oy istiyorsunuz ama sunduğunuz projeler 30 yılda ancak bitebilir. Peki 5 yılda bitirilemiyecek projeler neden halkın önüne sürüıür. Sadece Söke çayını ıslah etmeye kalksanız belediyenin tüm kaynağını buraya aktarmanız gerekir. Söke çayı Yenikentten başlıyor ve neredeyse ovada son buluyor. Bu kadar uzun bir çayı hangi parayla ıslah edeceksiniz. Ya da şöyle sormak gerekiyor. Bu projeleri nereden ve kimden aldınız. Belli ki bu projeleri kendiniz yapmadınız. Biri yada birilerine yaptırdınız yada aldınız. Ve belliki bu projeleri yapanlar bu işin maliyetini size söylememişler. Akıllarına ne geldiyse proje haline getirmişler ve sizde aklınıza nasıl geliyorsa halkın önüne sürüyorsunuz. Yapılma olasılığı varmış, kaynağı varmış yokmuş kimin umrunda önemli olan halkın gözünü boyamak değil mi.

Gazetemizde Üçüncü yazısı yayımlanan Sayın Ayşe Karbuz'a da birkaç eleştiri yapmak gerekiyor. Üç yazısındaki görüşlerini arka arkaya koyduğunuzda hangi ideolojik pencereden, hangi ütopyadan baktığını anlayamıyorsunuz. Belli ki düşünceleri karışık. Bir yazısında "muhafazakarlık Türklüğün yapı taşlarındandır. .. Türkiye dinine bağlı Atatürkçü laik ve son olarak muhafazakar bir hukuk devletidir... "diye yazıyor. Muhafazakar sözlük ve kullanım anlamı ile TUTUCULUK demektir. Siyaset biliminde de muhafazakarlık, genelde devrimcilik karşıtları için söylenmekte ve kullanılmaktadır. Sözlük ve siyaset bilimindeki kullanımı açısından baktığımızda MUHAFAZAKARLIK TÜRKLÜGÜN YAPI TAŞI DEGİLDİR. Türklerin yada genel olarak Anadolu'nun tarihine baktığınız zaman ağır da olsa hep ilerlemenin mevcut olduğunu görebiliriz. Şamanizmden Anadolu aleviliğine gelen süreçte hep bir ilerleme mevcuttur. Muhafazakarlık günümüzde töre adına genç kızlarımızı infaz etmedir ki bunun yapı taşı olması ve bunu bir kadının savunması mümkün olamaz. Ayrıca daha ilerisini savunmadan önce Cumhuriyeti, Atatürk devrimleriyle oluşan yeni kazanımları iyi anlamak gerekir. TÜRKİYE dinine bağlı Atatürkçü, laik ve muhafazakar hukuk devleti değildir. Bu konuda ANAYASAYI açıp okursanız, TÜRKİYE'NİN ÇAGDAŞ DEMOKRATİK SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ OLDUGUNU  YA DA OLMASI GEREKTiGiNiN YAZDlGINI GÖRÜRSÜNÜZ. DEMOKRATiK SlSTEMLERDE DEVLETİN DİNİNİN OLAMlYACAGINI VE HUKUK DEVLETİ DENİLEREK HUKUKUN ÜSTÜNLÜGÜNE İNANILAN BİR SİSTEMDEN SÖZEDİLDİĞİ VE BU SİSTEMDE İSE ÖRF VE ADETLERİN YERLEŞİK KURAL OLAMIYACAGINlDA GÖRÜRSÜNÜZ.

Ve ayrıca belirtmek gerekirki Avrupa birliğine ekonomik, sosyal ve hukuksal olarak girmeye çalışan bir ülkeninde tutuculuğu bir ilke olarak savunmasınında mümkün olamıyacağınıda göreceksiniz. Dikkat edersiniz ki, Atatürkçülükte muhafazakarlık diye bir ilke de yoktur. Ne vardır. Devrimcilik vardır. Devrimciliğin ne olduğu da açıktır.

Muhafazakarlık aynı zamanda mevcut sistemleri savunmak anlamını taşır. Bu da küreselleşmeyi savunmak, özelleştirmeyi savunmak, sömürüyü savunmak anlamına gelir. Muhafazakarlık, halkların birbirine düşman olmalarını savunmak anlamını taşır. Ayrılıkları, farklılıkları körükleyerek ve hep yeni düşmanlıklar yaratarak sömürü sisteminin devamını sağlama amacını güder.

Oysa insanların birbirlerine karşı yapmış oldukları yada geçmişte yapıldığı iddia edilse de, karşılıklı özür dilemek bir insanlık değeridir. Bu gün artık asıl amaç, düşmanlıkları yok ederek, savaşları sonlandırarak daha barışçıl ve daha kardeşce yaşanabilecek bir dünya yaratmak olmalıdır. Tarih savaşlarla doludur ve muhakkakki savaşların olduğu yerde her türlü kötülük yapılmıştı. Ama geçmişe takılıp kalmadan bugünden daha yaşanılır bir dünya kurmamız gerekmektedi. İşte tutuculukla (muhafazakarlık), aydın olmak arasındaki ince çizgi burada yatmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar