Mahalle Baskısı...

 

Yeşiller Partisi eş başkanı Claudia Roht Ankara’ya gelmiş.

Hazır Ankara’dayken Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ile de görüşeyim demiş.

Görüşmeye gelirken tabiî ki hazırlıklı gelinir.

Zaten AB kanalından Türkiye’ye kim gelse, ellerinde muhakkak bir çıkın bulunur.

Bayanın  her ne kadar omuzları açık da olsa, elinde pek tabi bir çıkını vardı.

Gençliği ve güzelliği ile sanki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını etkileyip, çıkınındaki her söylediğini kabul ettirecek bir güvenle inişi görüntüleniyordu, gazetelerdeki resminden.

Ama istediğin olmadı tabiî ki.

Sayın Başbakan, haklının gözünde bir kez daha büyüdü bence. Bayana verdiği karşı cevabıyla.

Ben Başbakanın bu cevabını biraz nazikçe vermesini, siyasi bir nezaket olarak algıladım.

Ne yalan söyleyeyim, sayın başbakanın yerine eğer ben olsaydım, bu güzel bayana öyle nazikçe bir cevap vermezdim.

Onun geldiğine, geleceğine pişman ederdim.

Sayın başbakan kötü mü yapmış. Hayır, çok iyi yapmış.

Nazikçe gerekli dersini vermiş. Beklediğimiz bir cevabı vermiş. Geç mi olmuş. Olsun. Her başlangıcın bir zamanı vardır. Onun da zamanı yeni gelmiş demek ki.

Acaba bizim yakın mahalledekiler bu bayanın,  PKK ve DTP sorularına karşılık, başbakanın verdiği cevaba ne diyecekler.

Acaba bayanın sorusu şimdi ne oluyor?

Mahalle baskısı mı diyecekler, yoksa komşu isteği mi?

Bakalım yakın komşularımız, bu uzak mahalle hanımın yaptığı bu edepsizliğine mahalle baskısı diyebilecekler mi? Bekleyelim görelim, bu  saygısız ziyaretçilerin, Türkiye’nin iç işlerine karışmasına ne diyecekler?

Genel Kurmay Başkanımızın konuşmasını eleştirdi diye alkış mı tutacaklar, yoksa; “ size ne oluyor da benim TSK’lerime laf söylüyorsunuz, bu hakkı nereden aldınız?” mı diyecekler.

Ya da bir gazetenin yazdığı gibi “Roth, hırkasız geldi, hırkasız gitti” diyerek geçiştiriverecekler mi?

‹nşallah onlarda şu soruyu sorarlar Roth’a.

- Siz neden Doğu Almanya Demokratik Cumhuriyetini yıkıp, kendinize dahil ettiniz? O zaman biz sizin iç işlerinize karışmış mıydık?

Önemli konuların üzerini örtmekte bire biriz. Bizden başka camiyi çok iyi çalan olmaz. Çünkü kılıflarımız her zaman hazırdır. 

RAMAZAN FIRSATÇILARI KÖfiEY‹ DÖNDÜ,

VATANDAfi PAZARDA DONDU 

Kuraklık derken, ramazan derken peş peşe gelen gıda zamları vatandaşı canından bezdirdi.

Rahmetli Özal’ın kemikleri sızlıyordur şimdi. Türk toplumuna serbest pazar uygulamasını getirdiği için.

Rahmetli Türkiye’ye serbest pazar uygulamasını getirdiğine bin pişmandır her halde.

Semt pazarlarını gezdiğimde pazarcı bir başka ağlıyor, vatandaş bir başka.

Serbest pazar diye fiyatları tutabilene aşk olsun.

Elli kuruşla ramazanı karşılayan domates iki liraya, bölürce yarım kilosu üç liraya, fasülye üç liraya, baldırcan bir buçuk liraya, bamya beş liraya, hıyar bir liraya, yumurta iki yüz elli kuruşa yükselmiş.

Meyvelere bakan yok. Üzüm iki, elma bir buçuk, iki, ayvaya, ayvanın, armudun, şeftalinin yanına yaklaşılmıyor.

Satıcı tezgahının başında bağırıyor, tezgahta mal durduğu yerde duruyor, vatandaş karşıdan buz kesmiş, gözlerini tezgaha dikmiş, donuyor da donuyor, eli boş eve dönüyor.

FLAfi HABER

Haber programlarında benzin ve akaryakıta indirim geldiği yazıyordu. Gelen indirim 2 kurul la 3 kuruş arası.

Demek ki hazırlıklı olmalıyız. Ne zaman benzin ve akaryakıta indirim gelirse arkasından destekli bir zam geliyor.

Hükümet vatandaşı önce seviyor, sonra da bir güzelce dövüyor. Hiç kimse de şikâyetçi olamıyor bu olaya tabi ki.

Çünkü işin içinde hem sevgi, hem de dövgü (dövmek) var.

Ne demişler atalar.

“Çocuğu önce döv, sonra da iş buyur”

‹yi bir düstur. Dövülen de razı, döven de. Yalnız bir haksızlık var gibi geliyor bu davada.

Döven hep haklı çıkıyor. Vur abalıya misali.

YA SEV YA TERKET!

Bazıları ‹smail Türüt’ün şarkısına takılmışlardı. “Plân Yapmayın Plân”a

Yazdılar, çizdiler, kaynaklara gerekli selâmı verdiler. Tekmillerini ulaştırdılar.

 Bu gün bakıyoruz aynı yerler bir başka noktaya parmak basıyorlar.

“Ya Sev Ya Terk et”

Aşağı yukarı on beş yıldır bu sloganı, bir sürü  otomobillerin, kamyonların, hatta evlerin camlarında yapıştırılmış olarak görüyorduk.

Bu memlekette vatanını seven herkesin benimsediği bir sloganın, mahkumları taşıyan bir aracın  plakasının üstünde, hem Atatürk’ün resmi, hem de Türk Bayrağı ile beraber yapıştırılmış olması kimleri rahatsız edebilir, taktirini siz sevgili Türkiye vatandaşlarına ve okurlarıma bırakıyorum.

Bu slogana tepkiyi, hem de bu günlerde, DTP’nin, PKK’nın, ABD’de Ermenilerin azıttığı bir zamanda yapılması da düşündürücü olsa gerek.

Bu ülkeyi seven, atasını saygıyla anan, bayrağını indireceklere kin duyan, Türkiye’de kendisini Türk hisseden  herkes, bu sloganı rahatça kullanır, arabasına da yapıştırır.

Eğer yapılan velvele, devletin aracında yapıştırıldı diye yapılıyorsa, o çığırtkanlara şunu da sormak gerekir.

Daha düne kadar PKK ölülerini devletin araçları taşırken sizler nerede idiniz. O zaman başınızı neden kuma gömüyordunuz?

O zaman bu devletin sorumlu bireylerinden değil miydiniz yoksa?

Bu ülkeyi ya seveceğiz, ya da sevmiyorsak, sevebileceğimiz ülkelere gideceğiz. Başka yolu yok. Hoş, başka ülkelere gitsek, o ülkeler de bizi kabul etmez ya. Öyle Müslüman pazarında salyangoz satanlardan olamayacağız. Ya seveceğiz, ya seveceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar