ABDULLAH ZİYA KABAK

ABDULLAH ZİYA KABAK

SERÇE KUŞU (ÖYKÜ)

 

Evli iki eğitim çınarı, güzide bir kasabanın sakin mahallesinde; hayatlarının son demlerini yaşıyorlar. Çocukları yok. Çocuk ve torun sevgisini, kendilerine yakın gördükleri kuşlar ile gideriyorlar. Yaşadıkları ev, apartmanın beşinci katında. Evin balkonu, kasabanın yerli kuşlarından, serçe ailesine ev sahipliği yapıyor. Onların arasında, yavruları da var. Balkon, doğuya bakıyor. Kuşların uçuş yüksekliği balkona eşittir. Sıkıntılı anlarda balkon, onlara sığınma işlevi yapıyor.

 Hanım, onların sevinçlerini görünce, yıllarca ömrünü verdiği minik talebelerini hatırladı. Bir hamlede, mutfağa gitti. Bir dilim ekmekle geriye döndü. Balkon kapısını yavaşça açtı. Kaçmalarını istemiyordu. Korktuğu oldu. Serçeler uçup gitti. Hoca hanım, bayat ekmeği parçalayıp gazete üzerine serdi. Perde arkasında, onları bekledi. Öncü serçe kuşu geldi. Onun peşinden, diğerleri de geldiler. İki arkadaş, perde arasından onları izlediler. Kuş sevgisi, bir zaman sonra tutkuya dönüştü. Hoca hanım kendi öğünlerini unutsa da onların yem saatlerini aksatmıyordu. Küçük serçeler, gün geçtikçe büyüyüp serpildiler. İçlerinden biri, pencere önünden gitmez oldu. Yem saati gelince, kendi familyalarını ve diğer yaban kuşlarına kafa tutuyordu. Onun adrestik davranışı, hocaları şaşırtıyordu. Ne yaptıysa yaban kuşları kovamadı. Daha doğrusu gücü yetmedi. Onlarla uğraşmaktan yorgun düştü. Sırtını cama dayadı. Başını kanadının altına sokup uykuya daldı. Hoca hanım, uykusunu bölmemek için yem vermeyi erteledi. O, gönlünün sevdalısıyla buluşacağı anda, mahalle çocuklarının gürültüsü ile uyandı. Etrafına mahmur gözlerle baktı. Kendisine gelince, hareketlendi. Önce vücudunu örten tüyleri kabarttı. İkinci hareketinde, kuyruğunu yelpaze gibi açtı. Üçüncüsünde kanatlarını açtı ve gösteriyi bitirdi. Birkaç kısa uçuşundan sonra pencere önünde durdu. Gagasıyla camı vurdu. Dikkatleri üzerine çekmeye çalışıyordu. Hoca hanım, onu gördü. Tabak içinde yem getirdi. Serçe, üzerine atladı. Tabak içinden yiyordu. Onlardan da çekinmiyordu. Kendisini sevmelerine müsaade etti.

Her şey bir lokma yiyecek uğruna gelişiyordu. Onun sevimli hali, iki ulu çınara mutluluk veriyordu. Beraberlik sıklaştı. Hoca hanım, balkona bakan odayı, havalandırmak üzere; kapısını açık bıraktı. Oda, nadide eşyalarla donatılmış. Koltuklar ile halılar, antika değerinde idi. Odaya, kendileri bile nadir oturuyorlardı. Serçe, evin bireylerinden sayılıyordu. Familyasını odaya davet etti. Onlarca serçe kuşu, odayı gübre tarlasına çevirdiler. Hoca hanım, mutfaktaki işlerini bitirdikten sonra odaya döndü. Odanın perişan halini görünce çığlık attı. Serçeler, beklemedikleri davranışla karşılaşınca, korkup kaçtılar. Hoca hanım, çılgına dönmüştü. Bir taraftan Hasan beye bağırıyor, diğer yandan odayı temizliyordu. Zor olsa da odayı temizlediler.  

Serçe, hemcinslerini bir araya topladı. İçlerinde ebeveynleri olmasına rağmen isyan etti:

-“Ben size girip çıktığım odanın düzenini göstermek istedim. Lakin siz ne yaptınız? Görgüsüzce davranıp odayı pislik yuvasına çevirdiniz. Bu yaptığınız, hem kendinize, hem de bana hakarettir. Sizinle bir arada yaşamaya utanıyorum. Mümkünse bir daha görüşmeyelim” dedi.

Serçe, hemcinslerinden ayrılıp, başka bir ağaca konuk oldu. Onu yanız bırakmayan sözlüsü de peşinden gitti. İki sevdalı, tek ağacın ayrı dallarına yerleştiler. İkisi de inatlıklarından dolayı birbirlerinin yüzüne bakmıyorlardı. Sonunda bayan serçe, inadından vazgeçip konuştu:

-“Bu ne kapris? Benim ne suçum var ki bana darılıyorsun? Bir hiç uğruna günah serçesi oldum. Bana söylediğin sevgi dolu onca sözler, yalanmış meğer. Bilinmeyen yönlerini öğrenmiş oldum. Bu dakikadan sonra benim sözlüm değilsin. Kendine başka bir sevgili bul” dedi.

Bayan serçenin özlü sözleri, onda şamar etkisi yaptı.

-“Senden özür dilerim. Davranışlarımın seninle bir ilgisi yok. Benim sitemim, ebeveynlerim ve diğerlerinedir. Beni terk etmeden önce, kendini benim yerime koy. Sonra kararını ver” dedi.

Bayan serçe, sevdalısının sözlerinden etkilendi. Hiçbir yanıt vermeden, onun yanına gidip kanatlarının altına sığındı. İkisi de söylediklerinden pişmanlık duyuyorlardı. Ve barıştılar.

Bay ve bayan hoca, evlat yolu bekler gibi onların yolunu bekliyorlardı. Hoca hanım, umudunu yetirince:

-“Nerede benim serçem” diye hayıflandı. Oysa evlatlığı, gönlünün sevdalısıyla evlenmek için yaban ellere gittiler. O akşam, beşinci katta hüzün vardı. Ortada bir cenaze yoktu. Geç saatlere kadar oturdular. Ama birbirleriyle hiç konuşmadılar. Kendi dünyalarında; serçeyle geçirdikleri anılarını yaşıyorlardı.

 Hoca hanım, sabah erken kalkıp balkona çıktı. Ne serçeler, ne de yaban kuşlar vardı. Balkon kuş seslerinden yoksun ve sessizdi. Hoca hanım, mutfağa gitti. Serçe, eşiyle birlikte balayından döndü. Çocuklarını büyütmek için bir yuva yapmak istiyorlardı. Ama nereye yapacaklarını bilmiyorlardı. Ev sahibinden yardım istemek üzere camı gagalamaya başladılar. Hoca hanım, gaga sesini duyunca taş kesildi. Hareketsiz, dinledi. Duyduğu doğruydu. Onun gaga sesiydi. Ama başka birisi de vuruyordu. Koşarak geldi. Pencere önünde iki tane serçe kuşu vardı. Birisi erkek, diğeri dişiydi. Onların, kendi kuşları olduğunu anlamak için yem tabağını getirdi. Alışkanlığını unutmamıştı. Tabağa sıçradı. Eşi ise balkon demiri üzerinde onu seyrediyordu. Hoca, onu da davet etti ama anlatamadı. Çünkü kuşdilini bilmiyordu. Onun da yemesi için tabağı yere bıraktı ve yanlarından ayrıldı. Bay serçe, hanımını bir yığın dil döküp gönlünü yaptı. Beraber, tabaktaki yemleri bitirdiler.

 Balkon yüksekti. Doğacak çocuklarını, sürüngenlerden ve kedilerden korumak için yuvalarını pencere önüne yapmaya karar verdiler. Yuvanın ilk harcını koymak için çöp topladılar. Yuvayı yapmayı dişi serçe üslendi. Bay serçe çöp getiriyor, dişi onları üst üste koyarak yuva yapmaya çalışıyordu.

Hoca hanım, onların yuva için çalıştıklarını gördü. Aklına, çamaşır sepeti geldi. İçindeki mandalları boşaltıp kuş yuvasına çevirdi. Üstüne de onların getirdikleri çöpleri koydu. Şahane bir yuva oldu. Onu pencere duvarına monte ettiler. Ne var ki serçeler, yuvayı sevmediler. Girmemek için direniyorlar. Yerli kuşlardan olan dişi kumru, yuvaya göz koydu. Çöp toplamaya giden serçe çifti, yuvanın içinde dişi kumruyu görünce deliye döndüler. Onu rahat vermediler. Dişi kumru, onca baskıya dayanamayınca, yuvayı terk etti. Serçe çifti, nihayetinde yuvaya sahip çıktılar.

Hoca hanım, balkona çıktı. Serçe çiftini göremedi. Etraftaki ağaçların dallarını gözlerken, yuvadan gelen sesleri duydu. Yuvaya sahip çıktılarına sevindi.

 Çiftler, ilk günlerde beraber geziyorlardı. Gün geçtikçe dişi, yuvadan çıkamaz oldu. Bu durum hoca hanımın dikkatini çekti. Onu sessizce takip etti. Yumurtalaşmıştı. Hasan Bey’e müjdeyi verdi. Sevinçlerini birbirlerine anlatamadılar. Duygusallıklarından dolayı, ikisinin de gözleri nemlendi. Dişi kuş kuluçkaya yattı. O günden sonra gün saymaya başladılar.

 Bir sabah, yavru kuş sesleriyle uyandılar. Dünyalar, onların olmuştu. Hoca hanım, dişi serçenin yuvadan ayrılmasını bekledi. Nihayet istediği oldu. Dişi serçe, avlanmaya çıktı. Onun gidişini fırsat bilip yuvaya baktı. Yuvada üç yavru vardı. Yakın dostlarına müjdeyi verdiler. Meraklı komşular, birer torba kuşyemi ile ziyarete geldiler. Hoca hanım, ziyaretçilere ikramda bulunurken, Hasan Bey, kahvehanede arkadaşlarına çay ikramında bulundu.

Yavrular, kıssa zaman içinde tüylenip kanatlandılar. Uçamıyorlardı ama evin içinde geziyorlardı. Sofraya hocalardan önce oturuyorlardı. Onlar doğunca, evin bazı kuralları değişti. Ev, o günden sonra adeta kuş yuvasına döndü. İki eğitim çınarı, o günden sonra bütün sevgilerini kuşlara adadılar…

Önceki ve Sonraki Yazılar