ÜÇ KIZLARIN EN KÜÇÜĞÜ
ÜÇ KIZLARIN EN KÜÇÜĞÜ
OYHAN HASAN BILDIRKİ
* Önceki sayıdan devam
Tanyerinde kızıllık arttıkça, gökyüzündeki tek tük yıldızlar da sönmüş. Güneş yükselmiş, ortalık aydınlanmış. Kızıl güneş buğday çalığına dönmüş, git gide karşı dağları da aydınlatmış. Sabahın ilk sularında dumana kesmiş olan gökyüzü, en aydınlık noktalarından o yüce dağların bütün doruklarını, keskin çizgilerle kucaklamış. Işık ışık yanan daireler, bazı noktalarda iyice alçalıyor, yolu yalar gibi uçuyor, ulaşabildikleri bakla tanelerini tek tek topluyor, kanada kalkmış kuşlara şimdi de ortak oluyormuş.
Tam bu sırada üç kız kardeşin anası, ortanca kızına son uyarılarını yapıyor, diyeceklerini birer birer sıralıyormuş:
- A kızım, akıllı kızım. Huyu huyuma çeken, boyu da boyuma yetişen kızım. Senin baban, sana iş buyururken, her bir şeyi de önceden düşünmüş. Yolun üstündeki bakla tanecikleri, babanın çalıştığı yeri bulmanda sana kılavuz olacak.
Anasının kendisine uzattığı katık çıkını alan ortanca kız, hemen yola koyulmuş. Evden çıkar çıkmaz ilk örneklerini gördüğü bakla tanecikleri, az gidip uz gittikçe azalmış, daha sonra da hiç görülmez olmuş. Katık çıkını elinde, o köşe senin, bu köşe benim diyerek, oradan öteye dolaşan, fakat aradığına bir türlü ulaşamayan ortanca kız, kaderine yanmış, kötü talihine ağlamış.
- Vay benim kadersiz başım! Gördün mü neler oldu? Gün bitti, ortalık karardı. Gece, bütün karanlıklarını toplayıp geldi. Ne yol görünüyor, ne iz seçiliyor. Ne yaparım bilmem ki?
Sağ bakmış, sola bakmış. Tutunacak bir dal aramış. Ne seslenen var, ne yol gösteren. Tek başına yalnızlık meydanında kalakalmış. Nerdeyse vakti gelince tutulmayan inciler, gözyaşına dönüp birer birer dökülecekler. Kendini tutamamış, ağlamış. Karanlık olanca gücüyle her şeyi yutmuş... Gökte ay nerde, yıldız ne gezer? Karanlık, karanlık...
Umut, ışık... Ortanca kızın yolunun sonunda da belli belirsiz yanmış.
Ortanca kız, beklememiş. Tutunabileceği bu son çareyi yakalamak istemiş. Hemen ışık yanan eve gitmiş. Yüreğinde bin bir korku kanatlanmış olsa da, heyecandan titreye titreye kapı tokmağını çevirmiş. Çağrı mağrı beklemeden içeriye girmiş. Eve girince bakmış ki, döşemeleri yoksul evde sakallı bir adam, bir alaca dana, bir tekir kedi, bir de kurt bozması bir köpek varmış. Sığınacak bir yuva, tutunacak bir dal aramaktan öte, başka derdi olmayan ortanca kız, teklifsiz sormuş:
- Akşam alacası birden bire rengini değiştirdi. Ortalığı zifiri karanlık bastırdı. Babama yemek götürmeye çıkmıştım. Bakla taneciklerini göremeyince, yolumu da bulamadım. Ablamın beceremediğini, ben de başaramadım. Çaresizim. Yanınızda beni de konuk eder misiniz?
Uzandığı kanepesinin üstünde doğrulan sakallı adam, hayvanlarına danışmış:
- Siz ne dersiniz? Bu zavallı kızı da konuk edelim mi?
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek dile gelip söylemiş:
- Guğ! Guğ!
Sakallı adam, heyecanla bekleyen ortanca kıza dönmüş:
- Dostlarım da seni sevdiler. Bu gece burada bizimle kalabilirsin, demiş.
Ortanca kızın yüreği serinlemiş... Kafasındaki korkunun askerleri çekip gitmiş. Yüreği ısınmış. "Yaşlı adam fena birine benzemiyor, hayvanları da öyle.!" diye düşünmüş. Yiyecek bir topan[7] ekmeğinin kesilmediğine şükretmiş.
Sakallı adam, onun aklından geçenleri okumuş gibi, söylemiş:
- Yol yorgunusun. Üstelik yabancı bir evdesin. Şaşkınsın... Sağdaki odayı görüyor musun? Oraya git, kapısını aç. Çıkınını oraya bırak. Bakraçtaki su ile elini yüzünü yıka. Açılırsın...
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek dile gelip söylemiş:
- Guğ! Guğ!
Ortanca kız, denilene sımsıkı sarılmış. Gösterilen odaya doğru yürümüş.
- Ben acıktım! Ya siz? diye sormuş.
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek dile gelip söylemiş:
- Guğ! Guğ!
Sakallı adam da doğrulamış:
- Ben de acıktım, bunlar da öyle.
Ortanca kız getirdiklerini, kilerde bulduklarını bir araya toplamış. Belki sıkıntılarını unutmak, yürek yangınlarını söndürmek, belki de içinden öyle geldiği için olmalı, anasından gördüklerini düşüne düşüne, teker teker uygulamış, nefis mi nefis bir sofra hazırlamış. O sofrada kuş sütü dahil, her şey varmış.
Gönlünde "Beğenecekler mi?" endişesiyle tamam ettiği sofrayı getirmiş, sakallı adamın önüne koymuş. İkisi birlikte sofraya kurulup, Allah ne verdiyse, bir güzelce karınlarını doyurmuşlar.
Ancak ortanca kız da, ne hikmetse akıl etmemiş, sakallı adamın dostlarına zırnık[8] kadar da olsa yiyecek vermemiş. Yaygıyı, kasnağı, ağır gümüş siniyi almış, kilere götürmüş.
Dönüşünde, elindeki gümüş kamıştan bardak bardak doldurduğu suyun ilkini sakallı adama, daha sonra da ötekileri sakallı adamın dostlarına sunmuş.
"İki yudum su, bir lokma ekmek" derler. Yanlış mı, ne?
Alaca dana, tekir kedi, kurt bozması köpek, kendilerine sofrada yer açılmayışına öfkelenmişler, ancak bardak dolusu su verilmesini unutmamışlar. Hepsinin suratı, kömür karası. Aydınlık, sadece gözleri.
Sakallı adam, kaşlarını çatmış sormuş:
- Yine ne oldu da, suratlarınızı kömür karasıyla boyamışsınız?
- Bu defa da unutulduk, sofraya çağrılmadık. Açız! Açız!
- Ya öyle mi?
- Guğ! Guğ!
- Öyleyse söyleyin şimdi. Ne yapalım?
- Konuk kız bu akşam, yarı gece-yarı gündüz odasında, alaca karanlıkta yatsın. Kusurunu anlarsa iyi, anlamazsa; "Alın yazım bu!" deyip katlansın, yıllarca o odada oyalansın.
Sakallı adam öyle yapmış, ortanca kızı, yarı gece-yarı gündüz odasına kapatmış, altına alaca karanlık yatak sermiş.
- Bizim kusurumuz yok, alın yazın bu! Konuğumuzsun...
Uykunun ağır süvarileri ortanca kızın gözlerinde halkalanmış, gözkapaklarını kapatmış. Yorgunluktan mı, üzüntüden mi neden bilemem; ortanca kız da gece odasında, karanlık yatakta uyuyakalmış. Uykusunda belli belirsiz sayıklamış:
- Alınyazım bu!
Kaderi yazan, öyle yazmış. Yazılanı yaşamak da ortanca kıza kalmış.
Anası, babası, ablasıyla küçük kız kardeşi mi? Onlar da bu kaderin ortağı olup çıkmışlar. Başa geleni birlikte yaşamışlar.
Baba, karanlık basar basmaz evine dönmüş. Kızlarının anasına söylenmiş yine.
- Bugün de çıkın gelmedi? Büyük kız beceremedi derken, ortancası da başaramadı. Dert etme sakın. O da ya emmisinde, ya dayısında, ya da ninelerinden birindedir. Umudum, gözbebeğim küçük kızımızda. Bak göreceksin, o, çıkını doğru zamanda ve saatte bana getirecektir.
- Bilmem ki beyim... Bu işte bir gariplik var ama ben çözemedim. Büyük gitti gelmedi. Ortancası da öyle, dönmedi. Korkuyorum, üç kızımdan küçüklerinin kaderi de aynı olursa? Ne yapar, ne ederim ben o zaman?
- Küçük kızın aklı büyük... Göreceksin, o başaracak.
- Keşke, keşke!..
Sabah alacasıyla birlikte, analarına bin bir uyarıda bulunan kızların babası, yola çıkmış. Çıkmış ya, üç kızlarının en küçüğü için dua etmeyi de unutmamış.
Dağların ardındaki güneş, yükseldikçe karanlıkları kovalamış. Pırıl pırıl, apaydınlık bir gün başlamış. Dal uçlarında rüzgâr olsa da, son iki güne benzemeyen bir gün başlamış.
Güneş yükselmiş, ortalık aydınlanmış. Kızıl güneş buğday çalığına dönmüş, git gide karşı dağları da aydınlatmış. Sabahın ilk sularında az da olsa parlak rengine kara düşmüş gökyüzü, en aydınlık noktalarından o yüce dağların bütün doruklarını, kucaklamış, aydınlatmış. Işık ışık yanan daireler, bazı noktalarda yine iyice alçalmış, yolu yalar gibi uçmuş, fakat bu defa ulaşabildikleri bakla tanelerine dokunmamış, kanada kalkmış kuşları da ürkütmüşler, hiçbir baklaya kondurmamışlar.
Tam bu sırada üç kız kardeşin anası, en küçük kızına son uyarılarını yapıyor, diyeceklerini birer birer sıralıyormuş:
- A kızım, akıllı kızım. Huyu huyuma çeken, boyu da boyuma yetişen kızım. Senin baban, sana iş buyururken, her bir şeyi de önceden düşünmüş. Yolun üstündeki bakla tanecikleri, babanın çalıştığı yeri bulmanda sana kılavuz olacak. Yolunca git, sağa sola sapayım deme sakın. Olur mu?
Anasının kendisine uzattığı katık çıkını alan üç kızların en küçüğü, hemen yola koyulmuş. Evden çıkar çıkmaz ilk örneklerini gördüğü bakla taneciklerini izleye izleye, yolunca gitmiş. Katık çıkını elinde, o köşe senin, bu köşe benim diyerek, yürümüş...
Yürümüş ya, bir yerde o da zorlanmış. Üç yol ağzında bocalamış. Bakla taneleri, bu üç yoldan her birinde de dizi dizi duruyormuş.
Tam bu sırada, anacığının sesini duyar gibi olmuş.
- Yolunca git, sağa sola sapayım deme sakın. Olur mu?
Üç kızların en küçüğüne, şimdiye kadar hiç görmediği üç kuş da kılavuz olmuş. Üç kuş, ortadaki yolun üstünde uçtukça uçmuşlar, arada geri dönüşlerle, küçük kıza yol göstermişler.
Üç kızların en küçüğü, sağa sola sapmamış, dosdoğru orta yolu tutmuş. Elinde çıkını, gökyüzünde üç kuşla birlikte yürümüş, yürümüş.
O da ne? Birdenbire yol bitmiş, üç kuş da kaybolmuş. Güneş battı batacak...
- Aklımın almadığı bir şey var ama ne? Erkenden akşam oldu. Ya da ben mi iyi göremiyorum?
Üç kızların en küçüğü, sağa sola sapmadan; orta yolu seçmesine üzülür gibi olmuştu. Tam bu sırada yol bitmiş, önüne dikilen büyük ahşap kapının iki kanadı gacır gucur ötmüştü.
Üç kızların en küçüğü korksa da, bu durumunu kimselere göstermemek için, var gücüyle seslenmiş, sormuş:
- Kim var orada?
Kendi sesi, Kafdağı'nın ardından yankılanmış, çığlık çığlık duyulmuş:
*** Devam edecek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.