YÜREĞİM ENKAZ ŞİMDİ!

---17 AĞUSTOS 1999………………..Saat : 03-

 

 

(Devam... )

Belleğim, beni zorluyor bu hesaplaşmaya. Avcı dayımın, av köpeğinin yavrularını bize tekmeleterek öldürttüğünü anımsıyorum. Çocukluğumuzun en yabanıl duygularıyla yapmıştık bunu. Erkek olanlar daha iyi beslensin diye dişi enikleri top gibi tekmelemiştik. Kazdığımız çukurlara diri diri gömmüştük zavallı hayvancıkları. ”Bu, en büyük günahım olmalı” diyorum. Gözleri açılmamış eniklerin cıykıltıları takılıyor belleğime... Bir tıkırtı duyuyorum, bir inleme ardından. Bağırıyorum: “Nazifeee! Nazifeee!” Karşılık yok. Bir ağlama sesi geliyor. Heyecanlanıyorum: “Oyaaa! Oyaaa!” İnlemeler artıyor. Bir yanılma mı bu? Zaman geçmek bilmiyor. Artık ölüme alıştırıyorum kendimi. Ağlıyorum. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyor. Hıkçıramıyorum... Ayaklarım uyuşuyor devinimsizlikten. Milyarlarca böcek yiyip bitiriyor damarlarımı. Mutfak kapısına kolumu uzatıyorum. Elim, ezilmiş kapının yıkıntısıyla karşılaşıyor. Uzaklardan bir ağustos böceği sesi geliyor belli belirsiz. Ardından sessizlik kavrıyor her yanı, ölüm sessizliği. Altta, üstte, yanda tam yönünü kestiremediğim bir yerlerden ağır ağır can çekişmeler hissediyorum. Ezilmiş iniltiler duyuyorum. Dudaklarım kuruyor. Sonsuz bir süre geçti. Uyuştuğumu hissediyorum. Belleğimi yokluyorum. Dün hafta başıydı. Ondan önceki gün, maaşları almıştık. Şu borç ödemelerine hiçbir zaman yettiremediğimiz maaşları... Sabah oldu herhalde? Ayak ucumdaki delikten gün ışığı sızıyor içeriye. Beni üşüten sabah ayazı da bu delikten girmiş olmalı. Bir şeyler görürüm umuduyla başımı ışığın geldiği yöne doğru çevirmek istiyorum. O yan, daha alçak. Olmuyor. İlk kez acıktığımı hissediyorum. Yemek. En çok sahanda yumurta çekiyor canım. Sarısı az pişmiş. Ama şimdi? Sofrada nazlanarak yediğim kuru ekmekten bir parça olsaydı... Bir parça kuru ekmek... Birden kilolarca zayıfladığımı hissediyorum. Çişim geliyor. Sıcak bir ıslaklık apışımdan bacaklarıma yayılıyor. Ardından keskin bir amonyak kokusu genzimi yakıyor. Ellerimin erebildiği yeri süpürüyorum. Bir ekmek parçası, bir kırıntı bulmalı ellerim. Önceden kalma bir yiyecek kırıntısı. Yok! Yok! Başım dönüyor. Bir ağrı saplanıyor yeniden başıma. Bilincimi yitiriyorum. Deliriyorum. Işık delikçiği kararıyor, umutlarımla birlikte. Ne olur, umutlarım bırakmasa beni. Karıma, kızıma, öğrencilerime kavuşacağımı düşleyebilsem. Yine yemek yiyebileceğimi, sıcak suyla banyo yapabileceğimi, ardından temiz çamaşırlarımın bedenimi yeniden sarabileceğini umut edebilsem... Ah, bir sigara olsaydı şimdi! En ucuzundan... Gece olmuştu herhalde. Benim çevremden dışarıdan gelen uğultular kesilmişti. Bir türkü belleğime yerleşti. Yapıştı adeta. Türküden başka bir şey düşünemez oldum. ”Bu da gelir, bu da geçer ağlama gönül! Ağlama!“ Türkünün dizelerini söylemeye başlıyorum. Bundan, bir direnç umuyor ezik yüreğim. Devinimsizlikten uyuşmuş bedenim ağrılar içinde, ağrımayan hiçbir yanım yok. Damar uçlarım, bu ağrıları beynime taşıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. ”Kalpten gidiyorum”, diye düşünüyorum... “Ölüyorum artık!” endişesine kapılıyorum. Sonra bir rahatlama hissediyorum, ”Ölmek daha iyi! Belki de, kurtuluş bu!” diye düşünüyorum... Her yanım ölüm! Ürperiyorum...”Öldün!” diyor, duyamadığım bir ses. Kulaklarım çınlıyor. İçimdeki öbür ben olmalı bu. Hemen yenilgiyi kabullenen... Şunca ömrümde direnmeyi bir türlü öğrenememiş, korkak yanım... Bedenimin hiç bir bölümü yok artık. Elim kolum, gözüm kulağım yok... Kurumuş dudaklarım acıyor. Dilimle ıslatmak için boşuna çabalıyorum. Bir tükürük damlası, bir parça nem yok! Üzerimdeki ağırlık artıyor. Gözlerimi açamıyorum. Kirpiklerim gözyaşı ve tozdan yapışmış. Kalkma, dışarı çıkma isteğim çoğalıyor. Sağ elim bedenimi dolaşıyor, yokluyor. Hiçbir şey hissetmiyor. Boşluk içinde bir boşluğum sanki. Üzerinde bulunduğum yeri hissetmiyorum...“Ölüm bu demek ki...” Neler oldu? Ne zamandan beri buralardayım? Bilincimi son bir çabayla topluyorum. Bir motor sesi duyuyorum. Ardından ayak sesleri. Aman tanrım! Bir insan sesi! “Kimse var mııı? Orada kimse var mııı?” Son bir gayretle: “Beeen! Been!” diyebiliyorum. Eller kollar görüyorum, deliğin önündeki tuğlaları yıkıp deliği büyüten. Kendimi yitirirken bana uzanan ellerin arasından belli belirsiz kırmızılığın üstündeki ay yıldızı ve altındaki yazıyı görebiliyorum. A_K_U_T.

Önceki ve Sonraki Yazılar