BAŞLARKEN...

Hepinize merhaba.

Ömür törpüsü yıllar gençliğimi alıp götürse de, 30 yıl sonra Durmuş Tuna ile aynı çatı altındayım. Tuna ile çok eski bir geçmişimiz var. O yıllarda ben 40 yaşlarında, Durmuş Tuna ise ilköğretim öğrencisiydi. Okul çıkışı çantasını alıp, gazeteye gelirdi. Yaşamın o acımasız çemberi içinde mücadele etmesini bildi. İşini kurdu ve Gerçek Gazetesi’ni Söke’ye kazandırdı.

Sakın Gerçek’i altı sayfalık küçük bir gazete gibi görmeyin. Aklınızda fikrinizde böyle bir duygu yer etmişse, kafanızdan sökün atın. Yerel gazeteler bir kentin sesi, kulağı ve gözüdür. Büyük şehir gazetelerinin patronları gibi holding sahibi değillerdir. Bu yüzden onlara  yandaş-candaş gibi kavramlar yüklenemez. Zira yerel basının gerçek sahipleri halktır. Yazar-çizeri de hiç bir ücret almadan halk gönüllüleridir. Bu gönüllülerin verdikleri çabaları bir iki cümle ile anlatmak mümkün değil. Gazetenin her satırı, her cümlesi, her kelimesi, harfi, nokta ve virgülü bu gönüllülerin kalemleriyle sütunlara nakış nakış işlenir. Ara sıra ufak-tefek sıkıntılar yaşansa da, hep sorumluluklarını bilirler. Onlar okuyucularıyla sürekli bir iletişim içindedirler. Her hangi bir sokak ve caddede veya gazetede karşı karşıya gelirler. Okuyucu, o gün gazetede okuduğu bir haber veya köşe yazısı hoşuna gitmişse, yazarına methiyeler düzer. Hele bir de işine gelmeyen ve çıkarlarına dokunan bir değerlendirme ile karşı karşıya kalmışsa, sinirlenir, tepki gösterir. İlçemizde buna benzer birçok olay yaşanmıştır.

Ancak büyük şehir gazetecilerinin böyle sorunları yoktur. Halkın içine karışsalar bile onları kimse tanımaz. Herhangi bir okuyucu onlara gazetelerinde bile ziyaret edemez. Tanımadığı için köşesinde yaptığı bir değerlendirme yüzünden sokakta saldırıya uğramaz.

Tabii ki, uluslararası bir terörün uzantısı olan saldırıları bu değerlendirmemin dışında tutuyorum. Merhum öykü ve senaryo yazarı dostum Orhan Çubukçu, büyük şehir gazetecileri ile yerel basın arasındaki farkı şöyle anlatıyor:

“Büyük şehir gazetelerinin yazarları, sinemasanatçılarına benzer. Rol aldıkları filmin ortasında veya sonu erdiğinde izleyici beyaz perdeye tepki gösterse eline ne geçer? Perdede gördüğü hayalden başka birşey değildir. Ama yerel basın mensupları için aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü onlar, sahnede oyun sergileyen tiyatro sanatçıları gibidir. Ve okuyucu onlara anında tepki gösterme şansına sahiptir”

Merhum Çubukçu, iki gurup arasındaki farkı ne güzel dile getirmiş, Allah rahmet eylesin.

Sözün özü: Yerel gazetelere yazı yazan, özverili bir avuç gönüllüye, maddi ve manevi desteklerini gazetemizden esirgemeyen Söke halkına birkez daha sevgi saygı ve hürmetlerimi sunarım.

Sonsuzluğa giden yolda bizim gibi sevdalılara bu gubbede bir hoş seda yeter de artar bile.

SÖKE İL OLUR MU?

Her seçim ortamında il olacak ilçelerin adları bir bir gündeme gelir. 12 Haziran seçimleri öncesinde de benzeri haberler, gazete sütunlarında, tv ekranlarında görülmeye başladı. Siyasi otorite onlara vaadlerde bulunmasa böyle haberler hiç gündemi meşgul eder mi?

Sahi bir zamanlar Söke’nin de il olma hayali vardı. Dönemin siyasileri bu hayali gerçekleştirmek için neler neler yaptılar. Bakın anlatayım: “İlk önce Didim’i ilçe yapalım. Çünkü il olduğumuzda bize bağlı olacak” diye düşündüler. Ve büyük çaba sarfederek bunu başardılar.

Söke ile sokak ve caddeleri birbirine karışmış Savuca’yı da, sandıktan birleşme kararı çıktığı halde orasını da bütünden ayırmayı başardılar. Yenidoğan ve Özbey’i de bütünden kopardılar. Bu sıralarda Bağarası bile ilçe olma kampanyası yapmaya başladı. O tarihlerde beldeye gelen bütün devlet adamları Bağaralılar’a ilçe olma sözü vermişti.

Söke’deki gönüllüler boş durum mu, belediyenin önüne bir masa ve üstüne de bir imza defteri... Gelip-geçen “il olmak istiyoruz” diye imzaladı durdu. 

Sonuçta ne oldu, biliyor musunuz?

Merkez nüfusu en azından 90-95 bin arasında olan Söke, siyasilerimizin hatalı politikaları yüzünden 66 bine düştü.

Nereden nereye! Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulurdan olmuştuk. Ama hiç beklemediğimiz bir süpriz oldu.

Söke bir ilçe değil mi? Buna itiraz eden var mı? İtiraz etmeyin, “Köy irisi falan” da demeyin. Çünkü Söke bugünkü konumu itibariyle yalnız Türkiye’de değil, dünyada büyük şehir unvanı alan tek ilçedir.

Merkez ilçe sınırları içinde tam üç belediye kuruluşu var.

NEDEN POLİTİKA

ABadaylığının tartışıldığı ve Avrupa’nın kapısında beklediğimiz şu günlerde Türkiye, yeniden seçim sathı mahiline girdi. Bu seçim ortamında Türkiye’nin ve yöre insanının en büyük özlemi, daha iyi bir yaşam çizgisine ulaşabilmektir. Yetkililer, Türkiye’nin nurlu ufuklara doğru yürüdüğünü iddia etseler de, bu çok kolay çözülecek bir sorun değil. Türkiye henüz arzulanan ekonomik refahı gerçekleştiremedi, bir atılım yapamadı. Daha doğru bir tanımlamayla, bir arpa bile ilerleme kaydedemedi. Kısa sürede bir refah toplumu olma ihtimali de görünmüyor.

Türkiye AB’nin kapısında beklerken hala dağdaki eşkıya ve şehirdeki çetelerle uğraşmaktan kendini alıkoyamıyor. Bilinçli kadrolarla, güçlü hükümetler kuramıyor, güçlü liderler yetiştiremiyor. Yalnız siyasi alanda değil, akademik hayat, sivil alanlarında kendi inanç çizgisinde düzenlemeler yapıyor, güçlü öncüler yetiştiremiyor. Bu yüzden demokratik sistemimiz güçlü vesağlıklı bir toplum yapısını bir türlü tesis edemiyor.

Düşüncenin hala suç olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kafa ürünleri korkusuzca sergilenemiyor.

Türkiye sorunlarını çözmek için kalkınmalıdır. Hatta “kalkınmaya mahkum olmalıdır” Bunu muhakkak başarmalıdır. Bu yüzden hep geleceği düşünmek zorundayız. Bir menfaat beklemeden sadece insanlığın mutluluğu için çalışmak, çaba sarfetmek ne güzel bir davranış şeklidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar