EN BÜYÜĞÜN MUHATABIYIZ

 

Bir Müslüman, namazına başlarken, “Allahu Ekber (Allah en büyüktür, Allah’tan başka büyük yoktur)” diyerek başlar.

Eğer gönlünde ve kafasında başka büyüklerin varlığını hissederse, onları yok sayacağını, namaza başlarken ilan eder ve bu beyanına da Allah’ı şahit tutar.

“Ekber - en büyüktür” ifadesinin insan bünyesinde ki ölçüsü ne olmalıdır?

 Bu büyüklük bir futbol fanatiğinin gönlünde takımına verdiği yer ve ona karşı duyduğu sevgiden daha az olmamalıdır.

Adam, sevdiği ve tuttuğu takım için neredeyse her şeyini ama her şeyini verirken, kendi yaradanına “Allahu Ekber” diyen bir Müslüman’ın, bundan daha az bir yer vermesi düşünülemez. 

Her an ve hele namaz kılacağımız zaman, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi Rabbimizin büyüklüğünü ve kudretini düşünerek başlamamız halinde o namaz kılana da büyük bir haz verecektir.

Düşünebiliyor muyuz?  Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c – celle celalühü) bizim gibi aciz bir kulunu muhatap alıyor ve bizim ona kulluk ve ibadetlerimizi yapmamıza müsaade ve nasip ediyor. O’nun rızası için kıldığımız kırık dökük namazlarımızı ve ibadetlerimizi kabul ediyor.

Çünkü o izin vermese biz değil namaza kılmak, parmağımızı bile kımıldatamayız. Hasta hanelerde “Yoğun bakımlar da yatan” birçok insanın durumunu görmüyor musunuz?

PROTOKOLSUZ KABUL

Reisi Cumhurun, Başbakanın veya bir valinin huzuruna çıkmak isteyen bir insan, önce bu yüksek makamda ki insandan randevu alması gerekmektedir. Bu randevu, en kısa birkaç ay sonrasına verilir. Randevu alınırken de hangi konunun görüşüleceği bildirilir. Eğer konu yüksek makamdaki insanı ilgilendirmez ise size randevu vermeyebilirler.

Ama âlemleri ve yüksek makamda ki insanları da yaratan Rabbimiz, kendi huzuruna çıkmak isteyen bizler için kesinlikle randevu alma zorunluluğu koymamaktadır. Dileyen insanın (kulunun) dilediği zaman karşısına çıkmasına, kendinden dua ile istemesine ve onun duasına icabet edeceğini (duayı kabule) bildirmektedir.

Bir Valinin bile kendisini kabul ettiği, kendisiyle görüştüğü ve yaptığı teşekkürünü kabul ettiği insan, bu kabulü çevresindekilere yıllarca anlatır, anlatır da yine de bitiremez. Çünkü bu onun için büyük bir övünme vesilesidir.

Ya namaza duran insan, âlemlerin yaratıcısı ve sahibinin huzuruna durduğunu, onun da kendini kabul ettiğini bilen insanın büyük bir övünç duymaması mümkün müdür? Allah’ın o insanı ve onun isteklerini kabul etmesi insan için ne büyük bir şereftir.

Onun için en zayıf bir Müslüman, makam ve mevki sahibi, debdebeli bir hayat süren ama Allah’ı tanıyamayan bir insandan çok daha büyük ve çok daha şereflidir.

KULLUĞUMUZ ANCAK ALLAHADIR

Fatiha suresi devamında okuduğumuz “İyyake nağbudu ve iyyeke nesteiyn - Yalnız sana kulluk eder, ancak senden isteriz”  ayeti ile kendisine kulluk yapılacak tek merciinin sadece Allah olduğunu beyan ediyor.

Kul kelimesi ile yaratanın karşısında, yaratılmış insanın durumunu tarif ettiği kadar, emir vermeye yetkili tek merciinin bulunduğunu ve insanın bu emirleri yapmaya mecbur olduğunu da bilmemiz gerekir.

Bir taraftan biz başkalarına kulluk etmeyiz, “yalnız sana kulluk ederiz” derken, gözümüzde büyüttüğümüz bir takım tabuların koydukları emir ve yasakları uygularsak, namazda okuduğumuz Fatiha suresinde ki bu sözümüze hulfetmiş (çiğnemiş) oluruz.

Bu ayette bir gerçeğe daha işaret etmek lazımdır. Müslüman, Allah’ın kuludur yani onun sahibi Allah’tır. Dünya’nın birçok yerinde garip ve mazlum Müslümanlara yapılan her türlü taarruz ve tecavüz, sahibi Allah olan insana yapılıyor demektir ki elbette Allah bu zulümleri yapanlara mutlaka cezalarını verecektir. Eğer bir yerde insanın kulluğu gündeme gelmiyorsa o insan sahipsizdir demektir ki bu, hayal bile edilemez. Bunun insanda tezahürü ise “arkasında Allah’ın olduğunu bilen insanların rahatlığını her zaman ve durumda hissetmeniz mümkündür.

YARDIM İSTENECEK TEK MERCİ

“Ve iyyake nesteiyn… Yalnız senden yardım dileriz”

Bu ayette önce kulluğun yapılması sonra da Allah’tan yardım dilenmesi sırasına dikkat ediyor muyuz? Önce Allah’tan yardım isteyelim, sonra kulluk yapalım gibi bir düşünce Müslüman tarafından düşünülemez.

Bu ayette “yardımı sadece senden dileriz, başkalarından değil…” demekle, dünyada kendisinden yardım istenilecek başka hiçbir makam ve merciin bulunmadığını ifade ediyoruz.

Özelikle asrımızda bir takım güçlerden yardım istemek, her halde yukarıda yapılan açıklamaya ters düşmek olmaktadır.

Yardım istemekle, “esbaba tevessül – şartlarını yerine getirmek” konusunu birbirine karıştırmamak lazımdır. Unutulmaması gereken en önemli şeyin, önce o işin şartlarını oluşturmak sonra da Allah’tan istemektir.

“Allah’ım bana bir erkek/kız evladı ver” diye isteyenin önce evlenmesi gerekir, sonra da “hayırlı evlat istemesi…” Burada evlenmek, şartları yerine getirmektir.

Gerçi Rab’ımız, “anasız – babasız Âdem (a.s-aleyhisselam) mı” ve “babasız İsa (a.s) mı” da yaratmıştır ama bu bir mucize olarak kıyamete kadar insanlara gösterilen sadece birer örnektir. Onun dışında “Sünnetullah” dediğimiz, Allah’ın koyduğu tabiat kanunları asla değişmezler.

Allah’ın kanunlarını kendimize uydurmaya çalışmamalı, kul olduğumuza göre bizler Allah’ın kanunlarına uymaya çalışmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar