OYHAN HASAN BILDIRKİ

OYHAN HASAN BILDIRKİ

MUSA BALI BEY OĞLU ADSIZ BEY

 

 

1985 Haziranıydı. Kara Türkmen çadırları, karşı yatan Beşparmak'ların Avşar yöresinde kurulmuştu. Musa Balı Bey, bir oğul beklerdi. Bey çadırının gölgeliğinde koca Türkmen beyleri toplanmış, yârenlik eder, aşağılarda uzanan çimen yeşili Söke ovasını gözlerlerdi. Akça kuzular meler, ana koyunların ardı sıra iz sürerlerdi.

Musa Balı Bey, baktı, ümitlendi. "Doğacak çocuğum erkek olmalı." diye düşündü, iç geçirdi. Öyle ya, Hanım! Er adama er oğul gerek. Baba ocağını tüttüre, koca Türkmen'e beylik ede! İlini, töresini derip çevire. Öcümüzü düşmana komayıp ala…

Yeşil çam ağaçlarının dallarında epil epil rüzgâr esiyor, Avşar ili er oğul bekliyordu. Doğuma az kalmış, koca Türkmen anaları; bey karısı, kara kaşlı Gökçe Hatun'un ala çadırında toplanmışlardı.

Ala çadırın ala kapısı aralandı. Al fistanlı, elma yanaklı bir Türkmen gelini muştucu geldi, bey çadırının önünde durdu. Musa Balı Bey, yerinden doğruldu. Türkmen kocaları kulak kesildi. Ala fistanlı, elma yanaklı gelin söyler, görelim ne söyler:

- "Müjdeler olsun, Beyim! Tanrı, sana bir er oğul verdi. Beyliğini dâim eyledi. Müjdemi isterim!"

Musa Balı Bey aldı, söyledi;

- "Bre ağzından şeker akan gelin,

Görenlerin bağrını yakan gelin.

Elli koyunumu oğul yoluna versek çok mudur?

Tavla tavla atlarımı oğul için versek çok mudur?

Karşı yatan ulu dağlar senin olsun,

Tez vakit senin dahi bir oğlun olsun!"

Koca Türkmen Beyleri alkış tuttular, âmin dediler. Musa Balı Bey'i kucaklayıp öptüler. Bey oğluna uzun ömür dilediler. Diğer Türkmen obalarına ulak salıp, müjdeyi ilettiler. Oğlumuz oldu, toyumuz var, bütün Türkmen uluları, yiğitleri toplansın, gelsin dediler. Musa Balı Bey, koyundan koç kırdırdı, sığırdan boğa kestirdi. Et harman gibi yığıldı. Avşar ilinin yakışığı geldi. Koç yiğitler, Türkmen uluları derlenip, toparlanıp geldiler. Kırk gün, kırk gece yeyip içip eğlendiler. Güreş tuttular, nişan alıp attılar, cirit oynadılar, çeşitli hediyeler alıp döndüler. Yolcu yolunda gerek, deyip at sürüp gittiler.

Gökçe Hatun, oğlunu Musa Balı Bey'e verdi. Bey, oğlunu aldı, sevip okşadı. Anasına geri verdi. Çıkıp gitmek istedi. Gökçe Hatun seslenmiş, Han'ım bakalım ne demiş:

- "Er oğul isterdin Balı Bey, işte oğlun!

Erliğini Tanrı'm versin!

Oğul, oğul derdin Balı Bey, işte oğlun

Dirliğini Tanrı'm versin!

Kaygıların dinsin Balı Bey, işte oğlun

Ak adını Tanrı'm versin!"

Deyip sustu. Musa Balı Bey, Gökçe Hatun'a döndü. Yanına vardı. Oturup eğlendi. Sevindiği belliydi. Karısı, onun ak alnını karaya çıkarmadı. Oğul dediler, Tanrı'nın yardımı ile nur topu gibi bir oğulları oldu. Musa Balı Bey, getirilen ayranı içti, uzatılan ipek peşkirle ıslanan dudaklarını kuruladı. Kalktı, yerinden doğruldu. Bey çadırına doğru yöneldi. Türkmen kocalarına vardı, halleşip söyleştiler:

- "Bre Bey'im, el elden, akıl akıldan üstündür, derler. Hanlar Hanımız Osmanoğulları bunalmıştır. İl'in derdine derman olamamaktadırlar. Urum çalıkakıcıları dağlarda gezer, Türkmen'in dirliğini, düzenini bozar oldular. Beysin, kararı verecek olan sensin. Lâkin derlenip toparlanmak gerek. At izini, it izinden ayırmak gerek. Bozkurtlayın haykırmak gerek, beli."

Dediler.

Musa Balı Bey:

- "Doğru dersiniz beylerim, atalarım, kardeşlerim. Lâkin Hânımız ferman eyledi, ilde dövüş kavga olmaya. Barış bozulmaya ki, kara dinli Frenk kâfirleri üstümüze varmaya. Tedbir alacağız, beli bilin. Bileğiniz güçlü, yüreğiniz kavi olsun." dedi.

İl'de Akbıyık Sultan derler, bir alp-eren, gazi derviş vardı. Kınalı İn'de oturur, barış günlerinde kendini Tanrı'ya verir, Osmanlı'nın dirliği, Avşar ilinin düzeni için dua ederdi. Kavga zamanında, davlumbazlar ötende, yeni doğmuş gibi olur, aslan kaplan kesilir, hedefini gözleyen kurulmuş yayca gerilirdi. Öğle vakti, Kınalı İn'den koptu, geldi. Musa Balı Bey'in önünde durdu. Sağ elini sol göğsüne götürüp selâm verdi, gösterilen yere, baş köşeye oturdu. Usulden sordu:

- "Bre ne kaynatırsınız, Türkmen kocaları? Er adama oturmak, yerinde durmak olmaz. Tüh size."

Sarıca Beşe, sözü karşıladı, ayıttı:

- "Akbıyık Sultan derler bir gazi dervişimiz vardı. Onu kaynatırız. Kınalı İn'e sinmiş, ili gözlemez diye."

Akbıyık Sultan doğruldu, güldü:

- "Leyleğin ömrü laklakla geçer, beli." dedi. - "Hey, bre ağalar," diye ünledi. "Kara haberim var. Yüreğimiz yanmıştır. Musa Balı Beyimizin muştuluk olarak Akça gelinimize verdiği davarı, Urum oğlu nam kâfir Pavli vurmuş, almış götürmüş. Çobanımız öldürülmüş, ağlımız dağıtılmış. Oturmuş, öylece beklersiniz. Bre davranın!"

Türkmen kocaları birbirlerine baktılar, Bey'in kararını beklediler. Musa Balı Bey at diledi, yağız atı geldi. Üzengiye bastı, atlandı. "Bismillâh" deyip nara vurdu:

- "Er olan arkamdan gelsin. Yetsin, kopsun!"

Dedi. Eli silah tutan Türkmen kocaları, uluları, deli kanlıları hep atlandılar, beylerinin ardı sıra at sürdüler. Gölgelice ağaçlarının çok olduğu, soğuk soğuk pınarlarının aktığı Kınalı İn'e vardılar. Eli yüzü kan içinde, kazığa vurulmuş olan davar çobanını gördüler, kinlendiler. Akbıyık Sultan ileri geçti, iz sürdü. Kaçan yağmacı düşmanı kovaladılar. Aslan Yaylası'nda kâfire yettiler. Aman vermeden saldırdılar. Pavli ve adamları neye uğradıklarını bilemediler. Çok ölü verdiler. Lâkin Han'ım, olan Türkmen'e oldu. Musa Balı Bey'im ağır, öldürücü bir yara aldı. Atından yere atladı. Beylerini, yoldaşlarını yanına çağırdı. He-lâlleşti:

- "Ben bu yaradan ölürüm." dedi. "Oğulcuğum sizlere emânet. Hâtunum gençtir, körpedir. Gönlü dilerse, içi çekerse bir ere varsın. Oğulcuğuma Adsız densin. Adını biz koyduk, Tanrı ömrünü versin."

Beyler "Âmin!" dediler. Musa Balı Bey, şahadet getirdi, Allah adını son defa anıp, kuşça canını verdi. Beylerin gözleri yaşlandı. Akşamın ala karanlığı olanca gücü ile çöktü. Göz, gözü görmez oldu. Kara haber bütün obayı sardı. Musa Balı Bey için ağıtlar yakıldı.

Günler, geceler geçti. Adsız, serpilip gelişti. Yiğit bir delikanlı oldu. Babasının kanını arar oldu. Gökçe Ana, her ne kadar, oğulcuğunu, evinin dirliğini, bu işten vazgeçirmeyi dilediyse bile, Adsız Bey dinlemedi.

- "El içinde bana ne derler ana?" dedi. "El içinde yüz yerde mi gezelim? Bey babamın ruhunu kanatalım, düşmanlarımızı güldürelim mi?"

Gökçe Ana için diyecek yoktu. Adsız'ın yiğitliğini, korkusuzluğunu biliyor, lâkin oğulcuğunu kaybetmek istemiyordu. Koca Türkmen beylerine başvurdu, akıl danıştı. Onlar dahi ayıttılar:

- "Bey karısı, doğru dersin, güzel dersin. Oğul acısını tatmak istemezsin. Biliriz, yüreğin yanıktır. Amma lâkin, Adsız Bey'imiz el içine nasıl çıkar? Elin ağzı torba değil ki büzesin. Ne demezler Adsız Bey'imize? Var otur çadırında. Elinin hamuruyla erkek işine karışma. Bu iş erkek işidir. Adsız Bey'imiz haklıdır."

Gökçe Ana boyun eğdi. Tanrı'ya dua etti:

- "Karşı yatan kara dağların yaratıcısı, ulu Tanrı'm! Evimin direği, beyimin armağanı oğulcuğumu koru! Onu benden ayırma. Delik yüreğime bir delik daha açma. Kara yas içinde koma beni, Tanrı'm! Amin!" 

Musa Balı Beyoğlu Adsız Bey atlandı, gönlü avlanmak diledi. Kınalı İn'e doğru at sürdü. Akça gelin oğlu Mehmet, peşi sıra yola koyuldu. İlkbahar gelmiş, kuzular, koyunlar meler olmuştu. Çobanlar, kavallarına gurbet havaları üflüyordu. Adsız Bey, Kınalı İn'e vardı. Atından atladı, pınara eğildi. Mehmet yetti, geldi. Selâmlaştılar, atlarını suladılar. Göğsü koca, gölgelice bir ağacın altına oturdular. Yârenlik etmeye başladılar. Tam bu sırada bir ceylân indi pınara. Adsız Bey ayıttı:

- "Av benimdir Mehmet. Peşim sıra gelme. Töre böyledir." dedi.

Sesten ürken ceylân yola düştü. Adsız Bey atlandı, peşi sıra iz sürdü. Ceylân, Aslan Yaylası'na varınca, gözden kayboldu. Adsız Bey, aramadık yer bırakmadı. Ceylânı bir türlü bulamadı. Kendi kendine söylendi:

- "Elbet bunda bir iş var! Yoksa düş mü gördüm?" dedi.

Arkasında bir seslenme oldu. Doğruldu, dönüp baktı. Gelen Mehmet'ti.

- "Hayrola beyim avını mı yitirdin? Tüh sana…" dedi.

Adsız bey, olanı biteni anlattı. Bu olaya akıl, sır erdiremediler. Dağların ardı sıra kaybolan güneşe baktılar.

- "Duydun mu, beyim?" dedi Mehmet. "Pavli alçağı Bağarası'nda görülmüş. Barıca Beşe demişti. Haberi emin yenden almış. Var, bir münasip yerde Adsız bey'e ilet, dedi. Tez vakitte gidin. Tatlı canını Azrâil'e bırakmayın. Ona can tatlısını bildirin. Yiğit beyimizin kanını yerde komayın. Ne dersen, onu işleyelim beyim."

Adsız Bey yerinden doğruldu, ayıttı:

- "Şimdi bildim, tanıdım ceylânı." dedi. "O bizi iz üstüne çekermiş meğer. Bu işi, bu gece bitirelim." deyip, at sürdüler. Rüzgâr gibi hızlanıp, Bağarası'na vardılar. Toma Hanı'nın yanında Mehmet öne geçti. Rumca küfür etti, miçodan hancıyı diledi. Hancı, karşısında iki genç Türkmen'i görünce yılıştı.

- "Vre beylerim, hoş gelmişsiniz," dedi.

Miço, hanın ağır kapılarını açtı, beyleri içeri buyur etti. Atları ahıra çektiler. Hancı Toma, kapıdan ayrılmamıştı. Kapıyı sürmeleyen miçoya bir şeyler fısıldayıp, onu taşra saldı. Mehmet olup bitenin farkındaydı. O dahi bir bahaneyle taşra çıktı. Miçoyu izledi.

Yemekten sonra Hancı Toma geldi.

- "Beylerim," dedi. "Güzel kızlarımız vardır. Haber iletelim gelsinler. Hoşça vakit geçirip, gönül eğlendirin." Adsız bey:

- "Sağ olasın Toma! Kızlara haber sal, gelsinler."

Deyip, kapıya vardı, dışarı çıktı. Ortalık zifir gibiydi. Göz, gözü görmüyordu. Mehmet'in tarif ettiği konağı güç belâ bulabildi. Bu sırada konağın ışıkları tek tek sönüyor, kapıdaki iki Rum oğlanı gülüşüyordu.

* Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar