Mutlu Nazlı'nın resim sanatçısı Mustafa Ali Kasap ile röportajı

Mutlu Nazlı'nın resim sanatçısı Mustafa Ali Kasap ile röportajı

Mutlu Nazlı'nın resim sanatçısı Mustafa Ali Kasap ile röportajı



M. NAZLI: Kısaca kendi ağzınızdan duysak, Mustafa Ali Kasap kimdir?

M.A.K.: Bir başkasının kişiyi tanıtması güzel de, insanın kendini tanıtması biraz güç oluyor. Neyi nasıl anlatmalı? Söyleşi konumuz resim olduğuna göre, kendimi sanat boyutunda anlatmalıyım. Bence, insanı insan yapan en önemli yanı sanat yönüdür. Benim de öğretmen oluşumda, şu konuma gelişimde sanatın, özellikle resmin doğrudan etkisi vardır. İlkokulu bitirdiğimde rahmetli babam beni bir berbere çırak olarak vermişti. Şimdi kendimi beyaz önlüklerle Emin Usta"mın tıraş yapan yetenekli ellerine bakarken düşünüyorum. Bir de o günlere yönelik aklıma geliveren, ustamın önlük yaka cebine sokuşturduğu ilk haftalığım, yirmi beş kuruş... Bir gün ilkokul müdürüm Mehmet Balcı"nın tıraş olmak için bizim berbere gelmesi benim yaşantımda bir yol ayırımı olmuştur. “Bu çocuğun resimlerini biz okuldan bakanlığa dahi göndermiştik. Çok kabiliyetlidir. Gel ustam bu çocuğu birlikte okutalım, ne dersin?” Öğretmenimin bu sözü üzerine ustamın önlüğünü çıkarıp ceketini giyerek: “Haydi velisi biz olalım, bu çocuğu okutalım.” demesi ile serüvenim başladı. Ustam ve öğretmenimin kutsal bir görevi yerine getiriyormuş gibi tavırlarını hala anımsıyorum. Ödemiş Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ni bırakıp Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü'nün Sosyal Bilgiler Bölümü'ne kayıt olmam da güzel ülkemin o anki koşullarıyla açıklanabilir ancak. Boğazım düğümlenerek anımsıyorum o günleri şimdi. Olsun, bunda da bir hayır vardır. Üç senelik okulu yine o dönemdeki öğrenci olayları ve siyasal yapının girdabına kapılarak altı senede ancak bitirebildim. Balıkesir"de çoğu arkadaşım öğrenci olayları ve boykotlar ile ilgilenirken ben Salı Pazarında limon satmaya çalışıyordum. Yine bir toplu öğrenci koşuşturması önünden kaçarken gözüm Anafartalar Caddesi'ndeki Güzel Sanatlar Galerisi'nin camına takılıverdi. Öğrenci kavgalarını unutmuş, ellerimi kafamın iki yanına tutarak içerideki tabloları incelemeye çalışırken ensemde bir elin sıcaklığını hissettim. Bu ressam Özdemir Yemenicioğlu idi. Beni kolumdun tutup içeri soktu. Onlarca resmin arasında kendimi bir başka alemde hissettim. İlk kez bir sanat galerisine giriyordum. Ama ne giriş! Diğer arkadaşlarım boykotta ben galerinin atölyesinde resim çalışıyorum. Galeri müdürü heykeltıraş Necdet Can ve ressam Özdemir Ağabeyin cesaretlendirmeleriyle ilk sergim 1977'de Balıkesir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açıldı. Mütevazi bir açılış oldu. Davetiye, kokteyl, duyuru, tüm bunları benim dışımdakiler yaptı. Sergiyi izleyen o zamanki kişilerden biri; “Sanatçı altın kesim kuralını nasıl da bilinçli uygulamış. Resimdeki kadının emekçi ellerini abartılı çizerek emeğin yüceliğini anlatmak istiyor herhalde. Ya renklere ne demeli, leke, espas; doku, tam konsepte uygun.” İlk defa duyduğum sözcüklerdi bunlar. Yanlış bir şey yaptım izlenimine kapılarak yüzüm kızarmıştı. Benim bu sanat sözcüklerini ilk kez duyuyor olmam onların daha da ilgisini çekti ve kafamı okşayarak kulağıma söyledikleri övgü dolu sözlerini anımsıyorum. Ertesi günkü gazetelerde hakkımda çıkan yazılar ve özellikle yoksul bir çocuğun dişinden tırnağından artırarak aldığı boyalarla yaptığı resimlerin öyküsünü anlatan makaleleri saklarım hala. Daha sonra beni Balıkesirli sanatçılardan oluşan bir karma sergiye çağırdılar. Yine ilk kez ünlü sanatçıların yapıtlarının yanına benim de resimlerim konuyordu. Balıkesir"deki bu sergiden Kuşadası Setur Marina sergisine gelinceye dek çeşitli illerde yirmi üç kişisel resim sergisi açtım. Resimlerimin yurt içinde ve dışında birçok koleksiyonda yaşıyor olması beni mutlu kılıyor. Şimdi Ödemiş"teki resim atölyemde hem resim yapıyor hem de edindiğim deneyimlerimi sanat heveslileriyle paylaşıyorum.


M. NAZLI: Kendinize özgü, farklı bir tekniğe sahipsiniz. Tekniğiniz ve nasıl doğduğu hakkında sizden bilgi alabilir miyim?

M.A.K.: Şimdiye kadar çalışmalarımda beni etkileyen ressamlara öykündüm hep. Neşet Günal, Nuri İyem, Bedri Rahmi,Turgut Zaim şimdi aklıma geliverenler. Onların çalışmalarını taklit ettim uzun süre. Sonra Van Gogh, Degas, Pisarro, Monet gibi boyamaya çalıştım. Renklerimi kirletmemeyi, prizmanın renklerini kullanmam gerektiğini öğrendim onlardan. Siyahı, griyi hatta kahverengiyi bile attım sonra paletimden. Van Gogh"un Teo"ya Mektuplar"ını ezberledim neredeyse. Çevremde sanat ile ilgili çıkan her türlü dergiyi almaya çalıştım. 74'lü yıllardan beri biriktirdiğim Milliyet Sanatları hala saklarım. Ressamların yapıtlarını ve öz yaşamlarını inceledikçe heyecanım daha da arttı. Sadece resim yapmıyor kendi ressamlarımız ve dünyaya mal olmuş ressamları inceliyordum. “Portrelerin ne güzel olmuş, tıpkı Nuri İyem... Hele şu manzara aynı Van Gogh.” Bunlar başkaları için onore edici sözlerdir ama ben kendim olmalıydım. Pastel, özellikle yağlı pasteli çok seviyorum. Uzun süre hep pastel çalıştım. Ciddi resim yağlı boyayla olur gibi saçma düşünmüştüm nedense. Ama elim hep pastele gitti. Daha sonra tuvalimde pastele; akrilik, yağlı boya hatta plastik boya arkadaşlık ettiler. Karışık bir yöntem geliştirdim. Her şeyim gibi malzemelerim de aykırıdır. Her şeyin üstüne resim yapmayı denedim. Tuval, karton, kağıt, duralit, bez, mukavva, plastik, kütük, bakır, çamur, hatta köpük üzerinde bile çalıştım. Boyalarda da öyle. Ayakkabı boyasından soba isine varıncaya dek denemediğim şey kalmadı. Hala da denemeye devam ediyorum. Onun için benim resimlerimde her türlü malzemeye ve yönteme rastlamak mümkündür. Tarz olarak da öyle. Bu yüzden yapıtlarımda her türlü anlayıştan esintiler bulunabilir.


M. NAZLI: Resimlerinizde işlediğiniz konuları nasıl seçiyorsunuz?

M.A.K.: Beni etkileyen, heyecanlandıran her şey resimlerime konu olmuştur. Tuvalin başına geçmeden önce ne yapacağımı bilmem. Tesadüflere göre çalışırım. Ben yaparım izleyen istediğini bulur. Ben kesinlikle bu anlayışta değilim. Kimin için, neden resim yaptığımı sorgulamam gerekir. Yaşadığım çevremin doğası, insanı benim konum olmuştur. Tüm resimlerim yaşadığım, hissettiğim, dokunduğum konu, mekan ve modellerdir. Bunları tamamen içten samimi ve hiçbir abartı ve sanat ukalalığına kaçmadan yapmaya çalışırım. Tabii estetik kaygılarla. Ben paletimdeki boyaları, yüreğimde karıştırarak sürerim tuvale. Resimler bitince içlerinden çıkan konular hep tanıdık oluyor. İzleyenler kendilerini buluyorlar resimlerimde. Beni de mutlu kılan bu.

M. NAZLI: Özellikle Ege doğası ve Ege insanı ögelerini, Ege'nin kırsalından seçmenizin nedeni nedir?

M.A.K.:Güzel yurdumun bütün coğrafyasını ve insanlarını çok seviyorum tüm dünyayı sevdiğim gibi. Ama Ege"min doğası Ege"min insanı bir başka güzeldir benim için. İçinde yaşadığım coğrafya beni etkilemiştir.Tarihi, doğası, insanı... çocukluğuma ve sosyal çevreme ilişkin yaşadıklarım resimlerime konu olmuştur. Bir tarihçi olarak Ulusal Kurtuluş Savaşımızda düşmana ilk kurşunu sıkan efelerimizin öyküsünü de anlatmadan edemezdim. Sadece efelerin mertliği, kahramanlığı yurtseverliği değil, sevdalarını da anlatmaya çalıştım. Onların arkalarında bıraktığı yaralı yürekleri, yani kadınlarını da unutmadım. Bu kadınlar bazen onların anası, bazen bacısı ama çoğu kez yari olmuştur. Onların aşkını, hüznünü, sevincini, kaygısını, mutluluğunu, kahramanlığını anlatmaya çalıştım renklerimle. Kırsal yaşam da hep içimi burkmuştur. Çoğu kez tarladaki küçük bir çocuğun mahzunluğunu, oyun oynayan bir köylü çocuğunun mutluluğunu çizdim resimlerimde. Herkes kendinden bir şeyler bulmalı onlarda. Resimlerimde kendi sevinçlerini, heyecanlarını, kaygılarını, söylemek isteyip de söyleyemediklerini görebilmeliler.

M. NAZLI: Ege'yi kentsel bir bakışla eserlerinize yansıtma isteğiniz ya

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.