AHVAL-İ UMUMİYE

Bugün pazartesi. Yepyeni umutlarla yeni bir haftaya adım atıyoruz.

Toplum olarak kolay yıllar yaşadığımız söylenemez. İktidar mensupları, çok başarılı bir ekonomi politikası yürütüldüğünü iddia ediyor. Ancak ben aynı kanaatte değilim. Sadece ocak ayı içinde yedi buçuk milyar dolar cari açık veren bir ülkenin ekonomisi, bir sürü sorunu da beraberinde getirir. Artık toplumun çeşitli kesimlerinden yükselen sesler, durumun pek açıcı olmadığını gösteriyor. Yani gerçekçi ekonomi politikaları ve temiz siyaset özlemleri kulaklarımızı tırmalamaya devam ediyor. Sadece borsaya düşen sıcak para ile ülke ekonomisinin çok iyi olduğu iddia edilemez. Gerçekler konusunda yalın bir tavur sergilememiz gerekir. Onun için geniş halk kesimleri arasında süregelen huzursuzluğu görmemezlikten gelemeyiz.

Memuru, işçisi, emeklisi, esnafı, dulu ve yetimi ilan edilmeyen hayat pahalılığının ezici baskısından bir türlü kurtulamıyor. Bir emekli veya asgari ücretle çalışan herhangi biri, gıda ve barınma harcamalarında maaşının yüzde yetmişyedisini harcıyor. Kamusen’in yaptığı “Maaş ne oluyor?” adlı araştırma, mutfaktaki yangını ne şekilde ortaya koyuyor. Ocak 2011 fiyatlarına göre, çalışan tek kişinin ortalama yoksulluk sınırı 1507 TL civarında. Düşük gelirliler, aldığı ücretin en azından yüzde ellisini mutfağa harcamak zorunda kalıyor. Zaten gözle görülmeyen ve hiç bir hesaba girmeyen enflasyon, buradan kaynaklanıyor. Hükümetin açılımlarından, paketlerinden ve torba yasalarından toplumun sıkıntılarını ortadan kaldıracak reçete çıkmıyor. Yani kısır döngüler içinde çırpınıp duruyoruz. Ortaya konan programların birer balondan başka birşey olmadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Artı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da silahlar susmuş gibi görünse de, bölge hala bir barut fıçısı gibi. Küçücük bir kıvılcım bölgeyi yeniden bir savaş ortamına sürükleyebilir.

2011 yılının Şubat ayını yaşadığımız şu günlerde kavgasız, insanların etnik kimlikleri ön plana çıkarılarak; yani bölünmeden barış içinde yaşayabileceği kalkınmış, gelişmiş bir Türkiye’nin varlığına özlem duyuyoruz.

Yeni bir anayasadan söz ediliyor. Bu yüzden 12 Haziran seçimlerinden çıkacak sonuçlar çok önemli. Türkiye’ye huzur getirecek Anayasa nasıl olmalı? Toplumun taleplerini ve siyasi yapıdaki sıkıntıları ortadan kaldırabilecek mi?

Feleğin çarkı duraksamadan dönüyor. Dünya durmadan değişiyor. Fakat iktidar ve muhalefeti oluşturan siyasi kadrolar bu değişimlere ayak uydurmada zorluk çekiyor. Geriye dönüş, topluma bir yenileşme olarak lanse ediliyor.

Dünya üzerindeki gelişmekte olan ülkeler, karşılıklı ve bağımlı bir ekonomi politikasını benimsemişken, Türkiye, bu entegrasyonun neresinde duruyor? İthalatı kalkınma modeli seçen Türkiye bu kısır döngüden nasıl kurtulur? İthalat yapmadan, ihracat yapamayan Türkiye’ye bu sistem, ne getirir, ne götürür?  Bunu çok iyi algılamalıyız. Bu uygulama ticari yapımızda meydana gelen bir bozukluk değil de nedir?

Türkiye akılcı ve dengeli bir dış ticaret modeli uygulamadığı sürece, son yıllarda kısır bir döngü haline dönüşen bu ekonomik model yüzünden gelecekte büyük ekonomik sıkıntıların içine sürüklenmez mi?

Yatırımlarımız, insan kaynaklarımız ve teknolojimizle dış dünyaya nasıl açılırız? Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler, batı dünyasının sömürüsü altındadır. Türkiye, bu zırhı muhakkak yırtmalı ve dünya ile tam bir rekabet ortamı içinde olmalıdır.

Çağa damgasını vuran gelişmiş ülkelerde büyük teknolojik değişimler yaşanıyor. Ama ne çare ki, Türkiye, aynı potada onlarla yarışamıyor, rekabet edemiyor. Ve bu ülkelerin ürettiği mamülleri satın alıp tüketiyor. Kısacası kendi ülkemizdeki istihdamı değil, emperial ülkelerdeki istihdamı sağlamada büyük çaba harcıyor. Kısacası Türkiye sahte bir bahar yaşıyor. Yanlış bir saplantı yüzünden her geçen gün dış borçları daha da artıyor, ekonomik krizlerden çıkamıyor ve güçlü iktidarlar kuramıyor.

Akademik hayat, sivil halklar ve sanat alanında yeni önderler yetiştiremiyoruz. Eğer bir toplumda sosyal ve iktisadi hayatta bazı sıkıntılarla karşılaşılırsa, bu sıkıntılardan geniş kesimler veya bireyler değil, hükümetler sorumludur.

Bunca karmaşa ve çalkantıya rağmen Türkiye yine de geleceğe umutla bakıyor. 2007’den bu yana çok stresli ve akılalmaz olaylar yaşanıyor. Şüphesiz ki Türkiye bu sıkıntıları aşacaktır. Burada iş başındaki iktidara büyük görevler düşüyor. Sosyal adalet çerçevesinde, milletle bir bütün olarak sorunların üzerine kararlı bir şekilde gidilmeli. Bu gerçekleştirilemezse Türkiye kalkınamaz ve bunalımlardan kurtulamaz.

Küresel alandaki bunalımların boyutu ne olursa olsun, Türkiye, çağı yakalamak için büyük bir uyanışa muhtaçtır.

Önceki ve Sonraki Yazılar